RADIO

5 Mart 2014 Çarşamba

Remember Me

Bugün neredeyse unutulmaya yüz tutmuş ve 2 yıldır parmaklarımın gitmediği bloguma ulaştım. Aslında ulaştırıldım, sağolsun bir arkadaş hatırlattı bana tekrar buraları. Oysa ben sadece radyomu açıp keyfime bakıyordum. Ayrık otları dikenler bürümüş bir geldim ki!... Eee o kadar bakmazsan bağa, bahçeye olacağı bu. Askerden sonra ki buhranlı zamanlarımı hala atamamış gözüküyorum içimden. Ama zaman herkesin dediği gibi herşeyin ilacı. Zamanla atlatıyor insan bu üzerinde ki tüm yılgınlığı. Bünyeme zaman verdim ben de. Elbet eskisi gibi olacağım. Ha yok merak ettiyseniz hala içiyorum fakat ibre şaraba döndü artık. Geçenlerde keşfettiğim bir Arjantin şarabı bitirdi beni dayanamadım 3 şişe daha aldım. Bir gün beklerim, beraber içeriz dudaklarını yalayanlar. :) Gel zaman git zaman yaşlanıyoruz işte. Sanırım bi 2-3 seneye kadar güneye de yerleşmiş olacagım ufak bir kasaba da denize bakan ufak bir ev alayım diyorum bu işler için Fethiye tarafı, Kayaköy falan çok uygun. Gözlerden ırak. Bu aralar güneyim geldi zaten 07 ile ben bir tura çıkacağız hazır iş güç yokken. Araba boş ha yer var yani 1 kişilik isteyen takılabilir bana. Yine yol maceralarını ve çekilen güzel fotografları burada paylaşacagım zaten. Güneyin masum bir sahil evinde aynı kırgın dalgayla öldürülmüşken dokunulmasın Beni Unutmasın rüzgarım, ışığım.

3 Mart 2012 Cumartesi

Yağmur Güncesi

bir film sonunda farkettin
bu düş değil, hayat dedikleri
yanında berbat dost yalnızlık bu sabah
sıkıştım sen hala ilerlet istif insanları
duraklar yüzbinlerce boğaz boyunca

bu yağmur dinmez ki
ademden beri yağar durur
telaşta bu kez tekrardan ibaret abiler
sorumlu olur mu erken çöken kış akşamında
görürsen haber ve o mutlu insandan

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 8

Uyandığım bu sabaha, gözlerin bakmaz mı?
Beklenen gün geldi, açtı laleler beyaz.

Uzakları hayal eder, tuttuğu avucunda.
Söz durdu artık sen ve ben ve uçsuz zamanım.

Dedi oğlan umutsuzca saatine baktığında.
Artık çok geçti ondan gelecek bir mesaja bile. Son gelen bi yandan ilk gidendin aslında.

bir yanımdasın bugün bu kez daha sorulmasın,
elinde var, yanımdasın, görünce bak, yakın dur,
evinde son kez olmayı düşündüm, biraz anla
yanımdasın, dokunduğum elimde bak ne kaldı?

Sustu bu mısrayı duyunca kulakları, sakinken.
Ne kadar da uzaktaydı aslında gerçek ondan.
Bir gitar sesi hafiften dinlendirirdi onu, o yine sesine bakarken.
Derince bir mevsim geldi bir an içine sanki, sonsuzu hissedercesine hareket ettiği.
devam etti, otobüsün camında gördüğü yansımada.

Gözlerim sustu, ellerim konuşmadı o an ki zaten beğenmemişti.
Havanın karlı ama ipeksi tadını.
parmakları dokunmak istemişken soğuğa, hissetmek istemedi o uçsuz bucaksız zamanı.

Dakikalar donarken saniyeler yoktu zaten,
Bildik bir dokunuş olmamalıydı sonunda, bir o duymalıydı kaçırmaması gereken saniyeleri sıcak.

Güzel romanım burada son bulurken sen sandım, ta derinde ki susmuşluğumu.
Fırtınam yok artık.
Gelme üstüme sevgilim.

Bunları diyebildi, düşünebildi çocuk.
Elinde son kez olmayı düşündü, biraz anlasa!
Bisikletin ağır pedalları gibi zorlanmaya başladı hayatın geri kalanı.
Sanki zinciri yağlanmış gibi.

Sanki hayatın geri kalanı onsuz kolaymış gibi,
Sanki ona kalacakmışım gibi...

5 Kasım 2011 Cumartesi

Warm Beer and Cold Women



Tüm karmaşıklıktan, tüm maillerden ve ışıklardan uzak. Biraz tenha biraz çakır keyiflik lazım.
İşten çıktığımda MP3 playerımı açtım. Duyduğum ilk şarkı Tom Waits'in "Warm Beer and Cold Women"ı oldu. Ne kadar doğru dedim içimden bu söz öbeğine.
Sona doğru içtiğim tüm biralar ılıktır hem, karşılaştığım kadınların soğukluğu gibi.

İş çıkışı barda nefes almak gibisi yok.

Attım kendimi Passage'a. İnsanlar deli gibi eğlenirken biramı yudumlayıp onlara bakıyordum çaresiz. Kimisi oturduğu yerin üstüne, kimisi cep telefonunu koyduğu masaya çıkıp dans ediyordu. Bugün Cuma akşamıydı ve tamamen hızlı, eğlenceli müzik havası hakimdi mekana. Rock değildi bu ama enstrümanları aynıydı. O an tongaya bastığımı anladım.

Bir bira, bir bira daha sonra. Arada eski aşklarını anarak "belki kız arkadaşım olsa daha iyi eğlenip, daha güzel stres atardık" diyordum içimden. Etrafımda onlarca güzel giyinmiş kız ve mavi kırmızı yeşil olarak devamlı renk değiştiren sahne ışıkları. Kalabalıktan ordan oraya koşarken kış ayında terlemiş garsonlar, ellerinde boş bira bardakları. Çoğu halinden memnun gibiydi ama insanların.
Sorunsuz yaşıyor gibi görünüp belki de bir çok derdini içinde taa derinlerde biryerlere saklamışlardı çok sonra yüzleşmek için.
Ama şuan buna gerek ve ihtiyaç yoktu. Eğlenme vaktiydi. Belki de mekanda ki dans etmeyen tek kişi bendim. Masamda ki çakmağın kaç ele değdiğini hatırlamıyorum bile. Yavaş yavaş başımın döndüğünü ve hesabın kabardığını hissettim ve mekanı terk ettim.

Sol omzumda ağır bir laptop çantası elim cebimde yürüyordum pis ve soğuk Ankara sokaklarında birçok mekan geceye daha yeni merhaba diyordu oysa. O an istediğim tek şey bir taksi bulup bir an önce de evime varmaktı. Yalpalayarak bir taksi durağına yaklaştım. Sırada bulunan taksinin yakınına doğru yönelmiştim ki şoför hemen arabay atladı. Benim dışardan sarhoş bir müşteri gibi göründüğüm su götürmez bir gerçekti. Araca biner binmez yolu söyledim ve çantama sarılıp ayarsız gözlerimle ışıklı yolları seyrettim. Şoför kokumdan rahatsız olmuş olacak ki o soğukta camı araladı. Evime az kala muhabbet etmeye çalıştı ama zaten ofsayt olan görüntümün üstüne kayık cümle kurmak istemedim ve sohbetine karşılık vermedim.
"Hı hı hı" geçiştirmece.

Evin önüne geldiğimde cüzdanımdan 17 TL yazan taksi metre için 20 TL uzattım karşılık olarak 5 TL verdi ve suratıma güldü şoför.
Gecenin karanlığın da başka sarhoşları taşımak için kayboldu gitti. Kapının önünde duran arabama baktım umutsuzca, 2 ay önce olduğu gibi yine arızalıydı.
Sarhoşken başardığım en iyi şey kapıyı açarken doğru anahtar ve tek sefer de sokma işlemidir. Bunu yaptım ve içim bir an gereksiz bir mutluluğa kapıldı.

Yılların Alkolik Karikatüristi böyle ufak şeylere sevinerek acaba yaşlandığını mı hissediyordu?
Yo, yo.. Henüz değil :)

Buarada herkese iyi bayramlar gençler...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Eksik Umut

Eylül'ün sonuna gelmişiz ki en sevdiğim aydır, yazmadığımı fark ettim birden.
Eskilerden çok eskilerden bir sesin elini gördüm uzatıyordu bana, sonra ayağa kalktım. O eli zaten hiç unutmamıştım. Bir arkadaş bir sırdaş eliydi o.
Kendini kendinden daha iyi tanıyabilen ellerden.

O yüzden buradayım, daha güçlü, daha azimli yaşıyorum bu satırları artık.
Kimi zaman bizi üzen kimi zaman ne olursa olsun güldüremeyen durumlar hep vardır, önemli olan bu duyguları yaşarken aslında hiç pişman olmadığımızı bilmek değil mi sizce de?

Şairin dediği gibi

"Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan."

ve ardında şöyle devam eder yine o isimsiz şair eşsiz şiirine;

"Bıçağın ucundaydı insanların hafızası"
"İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır."

Sorarım bu satırlarımı tek tek okuyan güzel insanlar, şair nerede yanılmış?
Hiçbiryerde.....

Eksik kalan çoğu şey,hiç düzelmemecesine eksik kalmaya devam ediyor hayatlar da. Bir çok kayıp düşün bekçiliğini yaptım ben, birçok sahipsiz yalan buldum yollarda. Kimisine sığındım, kimisine aşık oldum. Uçtum ben, son kadehten sonra.

Bir ihanet, bir sevgi, bir borç ve ya bir duble rakı değildi ellerim de hayat. Hayat aldığım nefesi ciğerlerime çekerken bile seni görmekti kalbim de.
Senin aklının ucundan bile geçmeden düşündüğüm ellerindi hayat.
Hayat bazen saçların oldu rengarenk, bazen rüzgar oldu savurdu tellerini.
Benim için sen oldu hayat, sana büründü.
Su oldu, yağmur oldu, susuzluk oldu.

Ben yine sustum, sana baktım.
Hayat oradaydı.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Tuzak

"Tanıdım sizi, aşık olduğum kadın sizdiniz" dedi genç adam
"Ve yine siz birgün beni kurşuna dizdiniz"....
"Bekledim sizi, kulağım kapıda ellerim duada" diyerekten devam etti tüm gururunu ayaklar altına alarak.
"Halbuki siz kalbime izinsiz girmiştiniz."

Tüm insanlar aslında çift kişilikli yaratılırmış gençler. Bunu şuan ki cümlelerim ile kavramaya çalışmanız anlamsız, bu tamamen bir tecrübe ürünü olarak gelecek size. Hergün yeni bir tecrübe yeni bir kazık yiyerek belki de daha sağlam basacaksınız ayağınızı yere. Güven konusu kimine göre göreceli kimine göre içten algılı. Fakat kolay kolay sağlanmaması gereken bir olgu olduğu kesin. Bunları gözardı etmeyerek atın adımlarınızı derim.
Belki de insanın gerçekten hayal kırıklığına uğradığı en kötü durum birini yanlış tanımak. Ve yine o birinin durup dururken hayatınıza girip sizi bir nevi Pinokyo'ya dönüştürmesi de cabası. Heee şimdi diyeceksiniz ki kardeşim benim karakterim bu benim kişiliğim bu, napıyım...

O zaman iş değişir. O zaman sen de benim gibi ayda bir kaporta boyaya gideceksin arkadaş. :)
Ama şu bilinmeli ki güzel bir hayat, sıcak bir yuva, tatlı çocuklar, güzel bir kadın.... Öyle bi dünya yok! Tuzak bunlar.
Gel gelelim Alkolik Karikatüristinize yakında yepyeni karikatürler ile birlikte aranızda, yanınızda olacak ve radyo programı tam gaz devam edecektir. Bazı gereksiz gereklilikler yüzünden ara verdiğimiz radyo programımızı tüm yalnızlar başta olmak üzere :) yalnız olmayan iyi insanlara da ithaf edeceğiz.


hayat herkesin anladigi kadar, dogrusu da yok.
olmasi gereken olur.
yiyeceksin iceceksin
kendine ohh afiyet olsun diyeceksin.
hepimize afiyet olsun...





11 Mayıs 2011 Çarşamba

Önsöz

Tam da tırt sebeplerden ötürü güzelim blogum kapanacak diye umutsuzluğa kapılmıştım ki açılmış.

Son dönem de yaşanan bi ton saçmalığın içinde, bu gaydırı gubbak internet filtresi olayını da çıkardılar başımıza!
22 ağustos'tan sonra bazı yasaklı kelimeler bu blogta var ise komple kapanacağız bilginize.
Neyse, bildiğiniz üzere uzun zamandır yoktum 2 ay kadar oldu sanırım, artık yenilendim geldim, aşağıda ki neşe dolu bloglarımı da kınayaraktan başlıyorum sözlerime! :)

Daha bi güçlü hissediyorum kendimi artık, daha bi yalnızım ondan belki. Artık birilerinin hayatının içinde dolaşmanın ne kadar anlamsız olduğunu tescilleyerek atıyorum adımlarımı hayatta. Hee bundan sonra hata yapar mıyım? Elbet yaparım... Ama bu asla insanın kendi içinde ki gerçeğini örtmesi anlamına gelmeyecek bence.
Değişmek derken son 2 ayda; 2-3 kilo aldım, yeni içkiler keşfettim, yeni barlar buldum, yeni pantolonlar yeni gömlekler yeni albümler aldım en güzel değişiklikte gitara geri dönmek oldu sanırım. (Tekrar başlıyorum)
Tabi tabi bir de radyomun tekrar faal hale gelmesi var. Ekstra yalnızlık yüklü yeni melankoliler ile birlikte daha ağır ve olgun hissediyorum ruhumu. Özgür ruhlara rağmen benim ki aynı gri şehirde! :)
Yani yok güneşin olduğu yerlere tayin olmakmış, yok gidip gelmelermiş bitti!

Daha bir çok fotoğraf karesi çekilmeyi bekler halbu ki değil mi ama?! :)
He bir de işim değişti yine(!) :)

Lakin herşey yolunda şimdilik Otisabi okumaya da devam! :D

Güzelim siyahlıkta ki blogumu aklım ve kalbimde ki yepyeni Olmayan Sevgiliye Mektuplar serisi ile süsleyeceğim.

Bana da bu yakışır ;)

19 Şubat 2011 Cumartesi

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 7



"Gün, güzelleşiyor senin yüzünü aklıma getirdiğimde" dedi çocuk kendi kendine biran!

Renkler, hiç ama hiç bu kadar çekici gelmemişken şuana dek! artık o rengi istiyordu hayatında. Bir kere tutup tadını aldıktan sonra hani yere düşer ya şanssız bir şekilde çocuğun elinden horoz şekeri, aynı bu durumdaydı sanki! Yüzüne bakan herkes bu adamın gülmesi gerektiğini düşünüp bu yönde telkinler veriyorlardı. Arkadaşları ile konuşmaları normalden çok daha kısa sürüyor, her halinden belli oluyordu bir şeylere alışamadığı!
Ama ne derdini soran oluyordu ne de bunu sormaya cesaret edebilen birileri. Kendi içine, kendine saklıyordu tüm gizemli dertlerini. Bunu dinlediği şarkılarla, içtiği biralarla hafifletiyordu sadece, kim bilir belki de hafifletmek yerine iyice tuz basıyordu yarasına çivi çiviyi söker mantığı ile. Bir gün geliyor öteki gün geçiyordu, alışamadığı şey her neyse kafasını ve bence kalbini zorluyordu. Bu zorlukların yanında bir de hayatla uğraşıyordu yetmezmiş gibi. Bir şeyler devamlı beyninde hatıra unsuru oluşturuyor, bunlardan kurtulmak için karşısına çıkan tüm fırsatları elinin tersiyle ve sertçe itiyordu. Aklı bu hususta kalbi ile ortak çalışıyordu resmen. Normalde anlaşamayanlar şimdi neden birlik olup hatıraları onun imkansızlıklarına savaş açması için zorluyorlardı ki!?

Kız ne durumdaydı acaba? Ne yapıyordu? Nasıldı? Acaba Tunalı'da gezinirken şekerli kar kokusunu onunla tatmak istiyor muydu hala? Ve ya hala onunla elele sahilde yürümek istiyor muydu yalın ayak?
Bunun gibi binlerce soru işareti ve en önemlisi hasreti hiç bu kadar almamıştı onu ondan. İsterse hiç hatırlamasın, isterse unutmuş olsun onu yaralamazdı, onun istediği çok farklıydı!
Kızın yastığına sarılıp ona has kokusuyla uyumak istiyor, bunu hayal ediyordu son 6 gecedir. Ama her bunu düşündüğü gece biran kalkıyor ve bulamıyordu hiç birşey. Hayallerle uyumak, umutlarla uyanmak alışkanlık haline gelmişti ve her uyandığında bir şeyleri arıyor gibi delice dolaşıyordu küçük, ona has ve karanlık odasında...
Suçlu muydu? Haklı mıydı?

Anlayamıyor, susuyor, düşünüyordu sadece. Ne kadar içerse belki o kadar çok hızlı unutmaya çalışırdı. Bir bira açtı yine gece gece...
Balkonda soğuttuklarından.

Yalnız, ihtiyar balıkçıyı oynuyordu gene,
Oynamak zorunda olmadığını bile bile.

Aklı denizdeydi Akdeniz'de....

15 Şubat 2011 Salı

Karma



Herkesin bir mevsimi vardır, benim ki sonbahar! Gerçi ilkbaharı da seviyorum ama sonbaharı daha çok, ne yaz ne kış yani. Sanıyorum bir sonbahar sabahı doğduğum için etkisi var (hep öyle derler ya) ne bileyim çok fazla öyle güneş falan çıkmasa da olur yani benim için. Yeter ki aşırı soğuk olmasın katlanabileceğim cinsten olmalı ve arabamın silecekleri çalışsın. İşte bu!

Sanıyorum herkesin kişiliğine uygun bir burcu var, ben burçlara pek inanmam, neden derseniz burçlar M.Ö. 200'mü 600'mü o yıllarda Mısır'lılar tarafından bulunmuş birşeydir. Dünyanın hareketlerine göre belirlenmiştir. O zamanlar ise dünyanın yuvarlak olduğu ve hem kendi etrafında hemde güneşin etrafında döndüğü bilinmiyormuş. Neyse işte bu şartlar altında bulunan burçlar Galileo'nun keşfinden sonra bence geçerliliğini yitirmekte. Ama ne olursa olsun burcumun da özelliklerini birebir taşıdığımı düşünüyorum. O da işin enteresan kısmı.
Konu o değil aslında, bugün ki konu bazı insanların hayatta gerçekten çok şanssız olmaları. Ben mesela bu furyadan biri olarak hayatımda yaşadığım tüm olumsuzlukları zaman zaman buraya da yansıtıyorum. Dışarıda şuan yağmur yağıyor 15 Şubat 2011 Salı'sında. Sanıyorum perdeleri 1 aydır açılmayan karanlık odamdan çıkmayalı tam olarak 9 gün oldu. Biraz kilo aldım, biraz sakallarım uzadı, Garanti Bankası cep telefonuma kredi kartı borcunuzun asgari ödemesini lütfen yapınız diye mesaj attı. Ama sanki biraz daha iyi anlıyor gibi insan tek başına kaldığında hayatın aslında pekte bir numarası olmadığını. Çünkü herşey dönüp duruyor, aynı şeyler olup duruyor devamlı. Herşey aslında aynı! Herkes hayatının en değerli yıllarını çalışarak, koşturarak, yağmurun doldurduğu küçük gölcüklerden zıplayarak, kimi zaman içlerinden küfrederek, dolmuşlarda, otobüslerde trafiğin dayanılmaz bitmeyişini yaşayarak geçiriyorlar. Yazık değil mi? Yazık tabi. Ama demek ki hayat bu saydıklarımdan ibaret en azından genel nüfusun 4'de 3'ü için...
Diğerlerinin keyfi kısmen de olsa yerinde onları pek sokmuyorum bu takımın içine. Ama her zaman olduğu gibi güçlüler yaşasın diye ölmez mi zayıflar!?
Konu gitgide kendinden çıkmışken, florasan lambaların o beyaz renkteki yapay ışığından nefret ettiğimi söylemiş miydim? Söyleyeyim o zaman. Nefret ediyorum o beyazlıktan. İnanılmaz gereksiz geliyor bana. Bu yüzden ilerde kendi evimde ki tüm ışıkları sarı yapıcam. Hatta avize mavize bile olmayacak heryerde bi köşe lambası her yerde bi abajur! En güzeli en dingini bu.
Dinginlik deyince aklıma geldi, bu gece de diğer geceler gibi bitecek eminim. Artık so üçlememi de tamamladım başka bir kitaba geçmeliyim. Arada bir gece 1-2 saatinizi uyumadan önce yatağınızda kitaplara verin derim. Çok etkili bir yöntem.

Ben buara biraz acı çekiyorum açıkçası beyler, biraz içim yanıyor. Hani bir lokantaya gidersin çok acılı bir şeyler yersin sonra için bi acayip yanmaya başlar ya aynı onun gibi. İçim yanıyor! Söndüremediğim belki zamanla sönecek bir ateş var. Birisini çok özlüyorum ben, kavuşmak isteyip de kavuşamadığım birini çok ama çok özlüyorum. Maalesef unutmak için karşılıklı görüşmeme kararı aldığım ama nasıl bu kararın arkasında durup konuşmamaya çalışacağımı bilmediğim, 3 aydır kalbimi sevindiren, yüzümü güldüren biri. Hayatın sert ve olumsuz şartları yüzümüze vurunca anladık.
Tanrım, senden çok birşey istememiştim gerçi. Diyipte o kadar çok hayıflandım ki son 2 haftadır.
Özür diliyorum bu yüzden.
Hayıflanmak, isyan etmek hatta kendini paralamak hiçbir işe yaramıyormuş kaderin yanında ve evet kader diye birşey varmış.

Buraları okuyorsan eğer, satırların her biri seni düşünerek geçti. Resimlerin ve seninle kurduğum hayaller hala örtüşüyor. Hala içimde durduramadığım bir sevgin var.
Ve hala seni çok seviyorum. Hiçbir zaman benim olmasan da!
Kendine çok çok iyi bak!

SS

3 Şubat 2011 Perşembe

Öneriler

Hayatın her anında ihtiyacı vardır insanların önerilere. Son zamanlarda yaşanan tüm olaylar acısıyla tatlısıyla beraberin de önerileri getirmiyor mu?
Getiriyor elbet, biraz bahsetmek gerekirse;



- TRT'nin zırt pırt yeni bir kanal açması olayının ardından şans oyunları için ayrıca bir kanal açması ve adını TRT DÜŞEŞ koyma ihtimali.
- Nickelback'in bilindik sert havasını son albümü Dark Horse'da muhtemelen birilerinin önerileri doğrultusunda 1-2 şarkısını daha neşeli bir hale getirmesi.
Bknz: "This Afternoon"
- Eve geçici de olsa 3. bir kuşun gelmesi.
- Ankara - Antalya arasının her zaman makul düzgün hizmeti ile Pamukkale yerine makul fiyatları ve düzgün hizmet için çabalayan METRO ile gidilmesi.
- Bugün ta Sıhhiye meydanından atılan biber gazının tadını, Zafer Çarşısının önünde gözlerimin ve ağzımın içinde hissetmem. (Birileri bunu bana önermedi serbest çağrışımsal, doğaçlama bir öneriydi bu bana yaradandan :)
- Bolca bira içmek yerine azca viski içmek.
- Sigarayı bırakmak!
- Her zaman takıldığım arkadaşım yerine uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluşmak.
- İnce ve kibar bir cep telefonu yerine kaba ve komplekssiz bir cep telefonu kullanmak.
- Video çekmek yerine resimlerle slayt gösterisi yapıp resimleri hareketlendirmek.
- Analog yerine dijital saat kullanmak.

Birsürü şey geliyor insanın aklına kim bilir belki de bir beyin jimnastiğidir bu! Hadi hep beraber yapalım, önerisi olan var mı?

Sağlcakla kalın kuzucuklarım :)

Bakıyorum!

O'na bakıyorum güzel, geleceği de parlak üstelik, kendime bakıyorum çirkin, hem de en umutsuzundan....

Günlerden gene soğuk mu soğuk bir Ankara gecesi. Bir elimde biram diğer elimde artık ayakta duracak hali olmayan umutlarım. Tekrar düşünüyorum, nasıl olabilir? Ne şekilde ayakta kalabilir? Daha ne kadar açık ve seçik yaşayabilirim hayatımı onlar gibi diyorum. Susuyorum genelinde. Çünkü düşünmekten paslanmaya yüz tutmuş hayallerim beni birer birer terketmeye küflenmiş bedenleriyle gitmeye hazırlar. Oysa ki birçok güzelliği sevmek, onlara adanabilmek daha kolay gibi görünüyor ama hiçte gerçeği yansıtmıyorlar... Saat 3 ayaktayım, uyku tutmuyor yine. Ne yapmaya çalışırsam yapayım ayakta kalamıyor düşlerim. Zaten sadece ayakta kalmaya alışmış düşlerim ile hayır! aslında ayakta kalması gerek diyen beynim aynı nokta üzerinde duruyor. Evet, hava soğuk beynim ve kalbim bu yüzden anlaşamıyor hala derken birçok fırsatı da kaçırdığımı farkediyorum zaman geçtikçe.

Yıllar boyunca bu ikilem de kalmanın verdiği zararları taşırken bünyem, bir anda pes etme olgusuyla savaşır hal alıyor, sanki direniyorum!? Ama ne direnme sanki ben yokmuşum da ikinci bir ben devreye girmiş yedekten. Olmuyor ama, araladığım tüm kapılar birer birer kapanıyor yüzüme, bunu görüyorum gerçekliğin göz alıcı gereksiz ışığında. Gözümü alırken gerçekleşmeyecek hayaller, ben kendi gerçekliğime dönüyorum. Kolay olanla yetiniyor, kısa yolu tercih ederek karanlığın vazgeçilmez refahında buluyorum kendimi her defasında. Peki ya kim katlanır bunca olumsuzluğa, hangi bünye der eyvallah!
En sonunda büyük planım gözümün önüne geliyor, karanlığımın ta içindeki altın vuruş! Sadece ona odaklanıyor ve tek bir seçim şansı veriyor bana....
Şimdi ne yapmalıyım? Nasıl olmalı tüm bu sonradakiler? Neyi beklemeliyim gerçekten?
Sorulara bürünüyor uykusuz bedenim zamanın yeşilleriyle. Sanırım uykum var, bi uyuyup uyanalım diyerek avutuyorum aylardır kendimi.
Sonucu olmayan ve olmayacağına inandığım yarınlara. Kim bilir belki günün birin de herşey değişir kim bilir kalbim atar yine çok daha güçlü umutlarla. Razıyım ben sonunu bilmediğim heyecanlara. Ama sanırım yaşlanan kalbimin artık daha çabuk kandırılmasını istediğim belirsizliklere kucak açarak.

Kucağım boş, ellerim boş ve cebim her zaman açık yeni hayallere...

İyi geceler okuyanlar! Şimdilik...
Biraz daha dayanarak, direnerek hayatın ani olumsuzluklarına.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 6

Evet, baya bir olmuştu ama olsun geldi 6;

Yalnızdı oğlan, hikayenin nereden geleceğini bilmeden açtı birasını ve oturdu koltuğuna o bilindik, o eski ve eski olmasına rağmen rahat olan yere. Eski 45'likleri dinlerken buldu kendini yine (!)

Neydi bu kadar onu üzen bilinmez ama siyahlara, karanlıklara ve soğuğa aşina olduğu kesin bir yüz ifadesiyle bekliyordu gelecek olan havayı. Ne telefonu çaldı beklediği haberlere, ne dünden razı olduğu bir SMS sevdiği kızdan... Birlikte koşacağı, tutacağı el yoktu ki! Geriye kalanlar ile yüreğini dağlayan bir acıyı dinledi yine sadece. Şöminesi yanmıyordu artık, nedense... Hoş yakmakta istemiyordu onu!! Çok ağır anılar vardı çünkü içinde, alkol ve aşk dolu. Üstüne gelen tüm zorluklara rağmen direndi kırmızılığına batan güneşin (!)

Kırmızılığıydı zaten çeken onu güneşin. Kırmızı rengini sevmeye başlayacak kadar kuvvetli ve bir o kadar derin. Oysa ki o; karlar prensi gibi hissediyordu kendini kuzey batıdaki evinde! Ruh eşinin güneyli olması bunu imkansız kılmıyordu her ne kadar eriyecek olsa bile kollarında!
Onu çok ama çok seviyordu...
Olmadı
Olamadı işte yine.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Macbeth

Geçen gün Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde son temsiline çıkan opera; Macbeth'ti.

Kaçırmamak suretiyle akşam 20:00 olmadan dikildim kapıya... Tek başımaydım sevgili ablam ve arkadaşım beni ektiklerinden ötürü bu hazin öykünün başında ben duruyordum. Salon ve salona girmeden önceki lobi tıklım tıklım doluydu bir tane bile boş koltuk kalmamış, insanlar deli gibi bilet almıştı.
Erkekler siyah takım ve kravatları ile bayanlar ise son derece gösterişli döpiyesleri ile XVIII. yüzyılın Fransız'larını andırıyordu. Ortam bana ne kadar samimi geliyorsa bir o kadarda uzak durmamı iletiyordu sanki üzerimde kapişonlu askeri yeşil kabanım, salaş kotum, eskimiş botlarım ve kirli sakalım varken. Aniden soğuk bir rüzgar esti, saat 20:00'a yaklaşıyordu üşümeye başlamıştım ama içime nikotin çekecek başka bir mecra yoktu.
Oyunu izlemeye gelenlerin çoğunluğu belki de Macbeth'in o paranoyak haline hayran oldukları için kadınlardı. Yaşları 25 ile 55 arasında değişen yüzlerce kadın ve bazı gruplar ya çalıştıkları şirketin aldığı biletle sosyal aktivite adı altında gelenler ya da bunu alışkanlık haline yıllar önce getirmiş ama şuan için normalden çok entel bir eylem gibi gözükmesini isteyen orta yaşlılar ve belki de yıllardır sadık ve gerçek bir izleyici olan ihtiyarlar.
Gruplandırmak çok basitti kalabalığı ama kadınların parfüm kokuları birbirine karışmaktan öteye gitmiyordu açık hava da olsa o tarihi kapının önünde ki holümsü meydanı yabancı veya doldurma kokular sarmıştı. Hava çok soğuktu devamlı yazmaktan bıktım ama hava gerçekten çok soğuktu bir önceki yazıma ithafen söylüyorum bu sözleri (!)

Sonunda gong çaldı ve saatin 8 olmasına 5 dakika kala herkes ısınmak için aldığı çaylardan son yudumları, sigaralarından ise son nefesleri çekip bulunduğumuz o yeri sadece 2 dakika içerisinde bomboş ve pis bir halde bırakıp içeri girmişlerdi tabi ki o kadar soğuğu yedikten sonra içeri girip o tarihi ve konforlu deri koltuklar da ısınmanın da Macbeth'i izlemenin zevki kadar ayrıcalıklı olduğu bilinciyle...
Oyun başlamıştı, sahnenin ön kısmına entegre olmuş gibi duran orkestra, önden bir giriş yaptı çaldığı enfes parçayla daha sonra sahne girdi. O ilk sahneden itibaren 1 saat 15 dakikalık araya kadar olan sürenin nasıl geçtiğini anlamadım. Bunu sağlayan bir oyundu Macbeth ve bir daha Ankara Operasında izleyemeyecek olanları ve bu konu da kendimi özel hissetmeme sebebiyet verecek bir Guiseppe Verdi şaheseri olarak aklımda kalacak tabi ki Shakespear'e de selam ederim buradan!...

Günün iğrenç esprisi: "Macbeth beni Mahvet"

Ne zamandır yoktum? Grip oldum!

Hırıl hırıl hırıldayan bir burun, çatallı bir sesle başladım bundan 2 gün önce yeni güne, artık çok geçti durumu fark ettiğimde; grip olmuştum!

2 Senedir tık demeyen burnum bugün o 2 senenin acısını çıkarırcasına sümkürtüyordu beni, oluk oluk akıyordu virüsler burnumdan selpaklara. Daha ne olduğunu anlayamadan yapayalnız bir şekilde buldum kendimi çarşafı buruş buruş olmuş, kısmen sıcak yatağımda. Hazır çorbalar, kimyasal ilaçlar fayda etmedi. Kendi kendime de yetemedim zaten. Akşam sırtım ve dopdolu göğsüme sürülen vicks etkisini aldığım bir tatlı kaşığı zencefil üstüne bir bardak süt ile gösterdi. Ve grip ilacı olan Katarin'i unutmayalım arkadaşlar. Hastalığımın tamamen geçmesine son noktayı tarhana çorbası ve kuru soğan koydu her ne kadar nefret edenler de olsa hayatımızda (!) 10 numara antibiyotiktir soğan...

Seni seviyorum soğan ve yaşasın gripsiz, sümüksüz hayat!
Ulan 2 gündür ne tat alıyordum ne koku, insan kendi osuruğunun kokusunu bile özleyebiliyormuş. :)

28 Kasım 2010 Pazar

Yine De Geldim Dünyana

Selam ey sevgili okurlarım.

Ne zamandır yazmıyorum fark ettim en sonunda! Ve sizi ihmal etmemem gerektiğini öğrenerek iki lafın belini kırayım istedim gene.

1,5 ay olmuş ayol neredeyse yazmayalı. Neyse ama bunun bir sebebi var ondan bahsedeyim birazcık.

Her mektubumda olduğu gibi bu yazımda da isim vermeyeceğim (çıldırın diye meraktan)
Sevgili, biricik Alkolik Karikatürist'iniz en nihayetinde yıllar sonra tekrar birine köynünü kaptırdı desem ne derdiniz bana!? Vallahi de öyle billahi de öyle yapacak birşey yok...
Durumum vahim a dostlar, hiç beklenmedik bir anda oldu herşey ve hiç beklemediğim bir hızda gerçekleşti. O yüzden yıllarca yalnızlık yemini ettiğim dostlarıma buradan selam olsun ama artık yalnız değilim. Paylaşımlarım artık daha renkli de olabilir. Kınar mısınız acep beni? Tek korkum da bu zaten, bu durumdan sonra beni kendimden soyutlanmış sanmanız. Yok öyle birşey ben yine romantik, yine duygusal, yine karamsarım sizler gibi. Yine paylaşacağız Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektup, yine dalga geçeceğiz abuk subuk olaylara, yine güleceğiz hükümete.

Aman diyim bırakmayın kendinizi, lakin aşk bu çıktı karşıma bir anda ne yapayım. Olur da biterse günün birinde o zaman daha alevli dönerim hem aranıza! :)

Uzun lafın kısası, geyiğin boduru makbulmüş. Olay bu abicim birini çok seviyorum durum ne olur bilmiyorum ama korkmayın çocuklardan hala nefret ediyorum. Bugün kendime yazdım azıcık ne var bunda! Okurken sıkıldıysan aynaya bak. :)

Hepinizi ballı kaymaklı öperken bundan sonra nasıl yazacağımı düşünmekle birlikte ayrılıyorum aranızdan.
Görüşürük

18 Ekim 2010 Pazartesi

Caretta Caretta Rekoru

Nesli yok olma tehlikesinde olan Caretta Carettalar, Türkiye sahillerinde bu yıl yumurtlama rekoru kırmış.
Köyceğiz-Dalyan, Fethiye-Göcek, Göksu Deltası, Belek ve Patara’da Eylül ayı sonu itibarıyla 5 özel çevre koruma bölgesinde toplam 39 bin yavru deniz kaplumbağasının denize ulaştığı öğrenilmiş. Özel Çevre Koruma Kurumu, uzun yıllardır deniz kaplumbağalarını olumsuz yönde etkileyen faaliyetlerin minimuma indirilebilmesi, koruma-kullanma dengesi içinde alınması gereken tedbirlerin uygulanması, turizm faaliyetlerinin üreme alanları ile örtüşmesinin engellenmesi için çalışma yürütüyormuş. Dünya üzerinde 100 milyon yıldan fazla süredir varlıklarını sürdüren caretta carettaların Türkiye’de 17 üreme alanı bulunuyormuş.

Çok sevindim çok sevindim bikaç kişinin bikaç iş yapmasına! Yavrucaklar ölmesin :)

10 Ekim 2010 Pazar

Çok Kadın Hiç Kadındır Olum Yalnızlıktır Sonu

Karşımda oturan 5'i kız 3'ü erkek ergen grubundan 2 kızın boşta olduğunu farkettim, ayrıca birinin zaman zaman dönüp bana baktığınıda. Ayrıca onun sağ tarafında ayrı bir masada oturan kız resmen laptop'u ile bütünleşmiş durumda idi. Bir insan bilgisayar ile saatlerce ne yapabilir ki sorusu geldi aklıma!
Derken garson beklemeden gidip kendim aldığım biranın adisyondaki yeri şapkalı ve sakallı biri tarafından ölümsüzleştirildi.



O an gruba katılan biri esmer biri sarışın 2 kız kendilerini gruba tanıtırken tüm mekandaki tek yalnız kişinin ben olduğumu bir kez daha anladım. Acı ama gerçek, cep telefonumdan tam 5 kişiyi aradım... Yalnız kalmalıydım herkesin işi gücü ya da uğraşacak bir sevgilisi vardı. Uğraşacak diyorum çünkü sevgili demek uğraşılacak bir sorundur çoğunlukla.

Bunu ben seçmiştim, pişman olmaya hakkım yoktu. O ve ya onlardan biri yanımda olsa böle olmazdı. Ayrıca evin kilidinin değişmesi bile beni ANKAmall'e kurban olduğum anlamına gelemezdi. (uzun hikaye)

Eyvah! Biramla beraber atıştırdığım fıtsıklardan 1 adet kalmış! Bu, bir işarettir, eğer fıstığın bitiyorsa biran ve paranda bitiyor demektir. Ama ben son kalan herşeyi çok severim hiç düşünmeden kasedeki son fıstığı ağzıma atıverdim. Buarada burada Nickelback çalıyor şuan itibariyle, bayağı da özlemiştim iyi geldi.
İnsan aşırı derecede yalnız kaldığı zamanlarda bir maymun ile konuşabiliyor... Bir anda doğulu ama modern giyinimli bir eleman tarafından herkese "sigaraları kaldıralım ekip geliyor" uyarı geldi!!!
Resmen dikta ülkesi olmuş burası, herşeye yasak!!!
Nefret etmek için bir sebep daha buradan!

iyi noktalardan vuruyor ama hükümet hakkını vermek lazım kimi zaman. Hemen o anda bir Tayyeap resmi çiziverdim oracıkta. Sadece 30 saniyemi aldı!

4 Ekim 2010 Pazartesi

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 5



Arabaya binerken ki telaşlı hali beni bıraktığında son bulmuştu,

Neden böyle bir ifadeye büründüğünü anlamak güçtü gecenin 1'inde, sanki benden uzaklaşırken içi huzur dolmuştu. Oysa aynı bardaktan yudumladığımız bira saatleri çok geride kalmamıştı ki?!

Defalarca renk değişimine uğramış platin renkli saçları, alkolün kokusuyla enteresan bir şekilde uyum sağlıyordu. Öpülesi ama ince dudakları sanki birbirini tamamlayıp "inceyim ama buradayım" der gibi baktırıyordu insana. Masmavi gözleri parıldamaktan başka bir işe yaramıyordu (daha ne yapabilirdi ki) haftanın 5 günü geceye günaydın diyen ben, onunla geçirdiğim nihayet içinde yalnızlık olmayan güzel geceye gözlerimi rahatca kapatarak başladım bu sefer. Bunu yaşattığı zaman uzak kalabildim belki de ondan.
Eksilerimi fark edip yüzüme söylemesi bile hoşuma gitmişti, gücenmek yerine rahattım karşısında bu sefer o'nun. İçinde ki haketmediği acıyı çıkartamadım ilk gün ortaya tahmin ediyordum ama dolaylı yoldan imalarda bulunmaktan başka birşey yapamıyordum. Daha yeni tanışmıştık, ama kırık kalbi 100 metre öteden farkedilebiliyordu. Karşımda ki vaka ağırdı bu sefer. Bu sefer ben değildim eksilerde olan o kadar da! Başka birgün görüşmek istediğim de arkadaşlarını hoşlandığı biri için eken kız edasıyla buluştu benimle, küçük sandığı ama beklemediği büyüklükte ki bu kentte gezmek için beni seçmişti en azından o gece için yine... Elinden tutup karşıya geçtiğimiz de "sadece kız kardeşim" havası sindi içime. O an anlamıştım çok bir beklentimin olmaması gerektiğini, sadece hazır açıkken kalbimin kapıları, biraz daha hava alayım istedim. Girdiğimiz heryere kokusunu bıraktı, sanki bir daha gelmeyeceğini bilir gibi. Bir enteresanlık vardı, bu kadarla bitmeyecekti. Hayatında geçenleri kelimelerinden okuyabildim, tahmin ettiğim şeylerdi. Uçuk, acımasız ve yersizdiler. Küçücük bedenine sığdırdığı büyük acıları karşımda gözyaşları olmadan dinleyebilmek en büyük arzumdu. Bundan kaçamayacaktım birgün dinleyeceğimi biliyordum. Ama onun bunları anlatırken karşımda olmadığı benim için büyük şanstı. Kim bilir belki o da yüzüme anlatmak istememişti. Bu kalpsiz dünyayı sevmemem için büyük bir neden daha verdi bana kurduğu cümleler. O an mutlu etmem gereken başka biri olduğunu anladım. Yeni görevim başlamıştı, ne kadar süreceğini bilmediğim.

Gece çok çabuk bitmişti, unutulmaz bir gitar solosu dinledikten sonra sokakta ki sarılara attık kendimizi, heryerdeydi taksiler. Onu sondan bir önceki görüşüm oldu bu sonuncusu kayda değer değildi o yüzden anlatmayacağım. Sıradan alelade bir görüşmeydi sonuncusu, ilginç olan da o ki içinde yitirmediğini anladığım çocukluğu son görüşmemizde çıktı karşıma.

Umarım bundan sonra hayatında hatalara yer vermeyerek yürüyecek biri. Elimden geleni yapmaya çalıştığım uzaklaştığım bir başka kadın. Yalnız, karanlık, sarhoş ama huzurlu yoluma devam ederken ben, o başka ufuklara çoktan yelken açmış olacak.

Dikkat et kendine, duyuyorsan beni.
Son isteğimdir.

5 Eylül 2010 Pazar

Radyo Yayında!

Alkolik Karikatürist'in radyosu yayın hayatına test yayınlar ile başladı! Test yayınına 04.09.2010 tarihinde başlayan radyo artık haftanın muhtelif günlerinde 2 ayrı program birden yapacak.

Birinci program gündüzleri yayınlanan Renkli Saatler olacak haftaiçi 18.00 - 20.00 saatleri arasında canlı yayınla birlikte sadece müzik konuşulacak. Daha çok ritmi yüksek yabancı-yerli karışık hit şarkıların çalacağı programın yayınına herkes siteye tıklayıp Active X denetimini yükle kısmında ki çalıştıra basarak girebilecek.

İkinci program ise geceleri yayınlanacak Alkolik Saatler olacak haftanın muhtelif günlerinde saat 23.30 - 03.30 saatleri arasında canlı yayın olarak seyretmesi planlanıyor.

Yayın hayatına resmen başlamış radyo için henüz bir isim bulunamadı şuan için No Name Fm şeklinde kullanılıyor. Ve aktif başlığı "Alkolik Saatler" olarak geçmekte iken "Sil baştan başlamak gerek bazen" sloganı oluyor.

Tüm yayın yapım hakları Alkolik Karikatürist'e aittir.
2010▓

Now OnAir

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bursaspor

Bursaspor; canımız ciğerimiz eyvallah! Ama bu sene Şampiyonlar Ligi dalgasında ne yapacaklarını pek merak ediyorum. Zira rakipler belli oldu kimler mi bilmeyenler bakınsın şu nadide sayfamdan;

GROUP C

Manchester United
Valencia FC
Glasgow Rangers
Bursaspor

Valla açıkçası bizzat ben rakipleri gördüğüm de tek bir cümle kurdum kendilerine: Hayatta başarılar Bursa!

Çok zor bi gruptan çıkmaları gerekiyor, çıkmayı geçtim 3. bitirebilsek keşke. Olayın en ironik yanı ise Manchester United'ın Bursa Atatürk Stadına gelişi olacak! :) birde bunun karşılığı olarak Bursaspor'un Old Traford'da boy göstermesi tabi. Şimdi İngiliz'ler uyuz adamlar falan biliyoruz o kısmı ama Türkiye'de gereksiz bir memnun etme çabası ar biliyorsunuz o yüzden hiç altta kalacaklarını sanmıyorum Dünya Basketbol Şampiyonası için 1 yılda Ankara'ya Ankara Arena diye koca bir spor salonu yaptıkları gibi sırf Manchester ile maç yapılacağı için Bursa'ya Old Traford çakması bir stadyum yapılabilir. Bak gülüyosun ama bu olur!* :)

Tamam adamlar geldi gezdi iskenderini yedi :P maçını yaptı gitti, rövanşta bizimkiler ne yapacak? Heyecandan topa basıp düşmeseler bari! Aga stada bak yaa derken top kaptırmalar falan! Bunlar olabilecek şeyler küçümsediğimden değil hatırla 1996'yı 1993'ü Galatasary'ın Schmichael'li Manchester ile yaptığı maçları üzerinde Show Tv sponsorlu sapsarı kalitesiz formalarla orada çarpıştıklarını. Nasıl başta bir heyecan vardı! :)

Kısaca Valencia Fe Ce ve diğer büyükler bizim timsahları zorlar aga! Hatta zorlamaz bile :) O yüzden hayatta başarılar Bursa diyor kendi işimize bakıyoruz.
Heee vatan millet sakarya o ayrı mevzu! Nasıl Eurovision'da bunu tartışıyor olsak ta gereksiz yere heyecanlanıyorsak futbolda da özellikle Bursaspor gibi bir takımın Avrupa'ya ilk açılışında bunlar olacak!

Son tesellim iyi ki Sivas şampiyon olmadı! :) Düşünsene maçları Sivas'ta Real Madrid çok cool ya! :)

442 Havalimanı - AŞTİ

Bugün akşam saatlerinde yaklaşık 21,00 sularında her cuma hınca hınç dolu olan 442 numaralı Havalimanı - AŞTİ - Ulus - Kızılay hattında çalışan belediye otobüsündeydim. Otobüsün doluluğundan mütevellit şoförle akraba olma riskine girmek zorunda kalıp onun yanında yer bulabildim. Tüm olayı adrenalin dolu damarlarımda hissettim diyebilirim, olay da şu ki; efenim bu yeni alınan belediye otobüsleri yok mu? MAN marka! bunları altına alan her şoför coşuyor zaten hele havalimanı gibi kebap bir yol olursa ne yapabilir diye düşünüyordum ne zamandır.

En sonunda bir tanesine denk geldim, Pursaklar mevkiinden Sarayköy mevkiine geçişte bir rampa vardır bilen bilir, bu rampada aracın kilometre göstergesinde ki son süreti hatta daha da üstüne çıktığını gözlerimle gördüm. Zaten aracın maksimum sürati 125 km orda yazıyor merak eden gidip bakabilir. Daha da altında yaklaşık 10 km hızlık bir boşluk var oraya kadar indi ibre. Bunu görüp birde kafamı hafif eğip ön camdan yola baktığımda ne Mercedes'ler ne Audi'ler solladık saymayayım... Araç büyük ve kontrolsüz (o hızda) içi deseniz insan dolu (ön kapıya kadar) bu nasıl bir risk alıştır ben bunu anlamadım. Ama inanın çok korktum özellikle virajlarda bütün yol onun gibi dönmek zorunda kaldığından diğer arabalardaki insanların küfürlerini duyar gibi oldum (yol işgali resmen) ve o ana kadar İçe doğru sıçmak neymiş anladım*

Aslında bir ara aklıma cep telefonumdan resmini cekmek geldi göstergenin ama sonradan halkımız ne kadar bilinçsiz olduğunu idrak edip linç riskine girmekten kaçındım.

Havaalanına geldiğimiz de rahat bir nefes aldım! Acele giden ecele gider yahu! Duyan varsa buradan sesleniyorum yetkililere durdurun bunları! Biri bunları durdursun! :)

11 Ağustos 2010 Çarşamba

The Hunger Games

The Hunger Games (Açlık Oyunları); fantastik bir gerçeklik kitabı! Suzanne Collins'in kaleminden çıkmış ibret verici içinde her duygunun paylaşıldığı inanılmaz sürükleyici bir kitap. Steven King'in bile "elimden bırakamadım bağımlısı oldum" dediği tek kitaptır belki de. Kitapta ki ilginç ve birbirinden bağımsız küçük öyküleri ve inanılmaz sürükleyici dialogları okurken neden bahsettiğimi anlayacaksınız. Kafanız da anında bir "Kapitol" bir "12. Mıntıka" oluşturacağınızdan hiç şüphem yok!
Şimdi Amerika'lı gözüaç film yapımcıları bu kitaba gözünü koydular ve projeyi pre-production aşamasına getirdiler. 2011 yılında çekilecek veya 2011 sonlarına doğru vizyona girecek bir sinema filmi yapacaklar bu senaryodan. Eğer sağlam bir cast ve güzel bir senaryo olursa çok başarılı olacağına inanıyorum.

Kısaca önce kitabı okuyun derim, okuyun okutturun efenim.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Ölüm

Daha önce bu konuya değinmediğime inanmıyorum. Dünyadaki tüm canlıların ister istemez aklına gelen ve durup düşündüğü birşeydir ölüm. Fani olmak doğmak, büyümek ve ölmeyi içerir. Bu dünyada herkesin ölmesi gereklidir, ölmek için yaşar insanlar aslında. Kimisi erken ölür kimisi çok geç. Bunu çok düşünmemek lazım, aksine ya kader ya da Allah'ın dediği olur, süresi bu kadarmış gibi ritüellerle son buldurmak lazım.

Erken ölen insan kesimini ele aldığımız zaman genelde 4 farklı ölüm çeşidi istatistiklerden ortaya çıkıyor.
Kaza, Savaş, Hastalık ve İntihar.
3'ünü bir kenara bırakıp intiharı ele alalım. Nedir intihar neden yapılır?!
Genç yaşta neden cana kıyılır? ve nasıl bu kadar cesaretli olunur?
Sanırım bunların cevabı; onarılamaz bir psikolojinin eylemleri sonucu ortaya çıkmaktadır.

Kimse istemediği ve mutlu olmadığı bir yaşamı sürmek istemez. Fakat tek yöntem bu mudur? Bazı kişiler için bu yöntem tek çaredir. Nitekim dünyada çok ünlü isimlerin de arasında bulunduğu depresyon meselesi gayet yaygın ve yeryer geçerli bir sebeptir intihar için.
Depresif bir yaşam, tüm olumsuzluklara karşı yılmış bir tavır, içine kapanıklık başlıca sebepleri olabilir. Ama bu kadar basit şeyler mi kolay kolay elde edilmeyen bir varoluşu yok etmeye yeter? Yetebiliyor!
Ne kadar mantıklı düşünmeye çalışsa da yapamayan, başarısız, güvensiz, yalnız biri bu gibi eylemlere her daim meyillidir ve heran birgün bunu uygulamaya geçirebilir. Dış etmenlerin kesintiye ugraması bile artık bu psikolojiyi hafifletmeye yetmez, bünyede bağışıklık yaratmış olan mutsuzluk duygusu ağır basar ve nefes almakta zorlandığını hisseden kişi eylemi planlamaya başlar. Plan aşamasında ki eylem intihardır ve tam anlamıyla asla kusursuz olarak planlanamaz. Genelde aniden bir anda ortaya çıkan depresif duyguların eseri veya kurbanı olunur. Planlanarak yapılmış bir intihar tamamen soyut ve somut çaresizlikle beslenir.

Bu kadar kolay gibi gözüken ama aslında çok zor olan bu eylem, kişinin kendi kararı ve rızası ile gerçekleştirdiği zaman kimini üzerken kimini sevindirebilir, özellikle kişinin kendisini. İnsanoğlu her zaman bencil yaratılmıştır, kendi çıkarları doğrultusunda yürüdüğü bu yolda kiminin ölümü onun ruhuna can katar.

Ruh beden den ayrıldığın da herkes o günü bekliyor olacaktır.



Çeşitli intihar yöntemleri bu linkte görülebilir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntihar_y%C3%B6ntemleri

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Referandum ve 12 Eylül

12 Eylül 2010'da yapılacak olan Anayasa referandumu için RTE dahil tüm liderler peşinsıra mitingler ve ikna turlarına başladılar bile. En çok ilgimi çeken RTE ve partisinin ikna turları idi. Son dönem de hem kendi partisinin olağan genel kurul toplantıların da hem de mecliste yer yer 12 Eylül 1980'e ithafen garip garip saçmasapan söylemlerde bulunmakta, hatta kendi içinde çelişkilerle dolmaktadır. Nitekim bunun yanlış olduğunu anlama kapasitesi düşük halkımız maalesef gene bildiğini okuyacaktır. Acaba bu referandum bize ne getirecek, ülkeye ne sağlayacak, neler götürecek adına birşey bilen varsa helal, bunları bilipte buna rağmen "Evet" diyecek varsa onlara da yuh diyeceğim.

Aslında o değilde benim merak ettiğim; toplantılar da, basın açıklamaların da, orda burda 12 Eylül darbesinden 27 Mayıs'tan bahsedip zırıl zırıl ağlayan, elini öpmediği şeyh şıh kalmayan, geçmişi karanlıklarla dolu hapisaneler de şair olmuş, yeryer tutucu yeryer emlakçı bir başbakan nasıl oluyor da bir anda "anarşik" olabiliyor ve aynı zamanda tüm büyük şehirlerin billboardlarını süsleyen AKP referandum reklam kampanyasında "Darbelerin Karanlığından, Demokrasinin Aydınlığına Evet" gibi abuk ve gayet faşist bir söylemde bulunabiliyor?
Sanırım artık ben ve benim gibi düşünenleri şaşırtması iin bir mucize dileyeceğiz halkımızdan.

Neyse ki özgür irade halen satılık... :)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Aygaz Euro Lpg+



Aygaz Euro Lpg+ Reklamı ne garip dimi! Reklamda özel şoförlü Alfa Romeo 159'u olan şirket sahibi aracın içinde oradan oraya savrularak yol alıyor şoförse (ki adam tam bi Şaban) olayı Lpg almamız gerek diyerekten abuk bir hale sokuyor. Ulan altında ki arabadan, bulunduğun konumdan utan pinti herif.

Hayır şöyle aslanlar gibi kurşunsuz benzin reklamı olsa başımla beraber. Uyuz oldum uyuz hem de nasıl!

:)