Evet, baya bir olmuştu ama olsun geldi 6;
Yalnızdı oğlan, hikayenin nereden geleceğini bilmeden açtı birasını ve oturdu koltuğuna o bilindik, o eski ve eski olmasına rağmen rahat olan yere. Eski 45'likleri dinlerken buldu kendini yine (!)
Neydi bu kadar onu üzen bilinmez ama siyahlara, karanlıklara ve soğuğa aşina olduğu kesin bir yüz ifadesiyle bekliyordu gelecek olan havayı. Ne telefonu çaldı beklediği haberlere, ne dünden razı olduğu bir SMS sevdiği kızdan... Birlikte koşacağı, tutacağı el yoktu ki! Geriye kalanlar ile yüreğini dağlayan bir acıyı dinledi yine sadece. Şöminesi yanmıyordu artık, nedense... Hoş yakmakta istemiyordu onu!! Çok ağır anılar vardı çünkü içinde, alkol ve aşk dolu. Üstüne gelen tüm zorluklara rağmen direndi kırmızılığına batan güneşin (!)
Kırmızılığıydı zaten çeken onu güneşin. Kırmızı rengini sevmeye başlayacak kadar kuvvetli ve bir o kadar derin. Oysa ki o; karlar prensi gibi hissediyordu kendini kuzey batıdaki evinde! Ruh eşinin güneyli olması bunu imkansız kılmıyordu her ne kadar eriyecek olsa bile kollarında!
Onu çok ama çok seviyordu...
Olmadı
Olamadı işte yine.
RADIO
26 Ocak 2011 Çarşamba
22 Ocak 2011 Cumartesi
Macbeth
Geçen gün Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde son temsiline çıkan opera; Macbeth'ti.
Kaçırmamak suretiyle akşam 20:00 olmadan dikildim kapıya... Tek başımaydım sevgili ablam ve arkadaşım beni ektiklerinden ötürü bu hazin öykünün başında ben duruyordum. Salon ve salona girmeden önceki lobi tıklım tıklım doluydu bir tane bile boş koltuk kalmamış, insanlar deli gibi bilet almıştı.
Erkekler siyah takım ve kravatları ile bayanlar ise son derece gösterişli döpiyesleri ile XVIII. yüzyılın Fransız'larını andırıyordu. Ortam bana ne kadar samimi geliyorsa bir o kadarda uzak durmamı iletiyordu sanki üzerimde kapişonlu askeri yeşil kabanım, salaş kotum, eskimiş botlarım ve kirli sakalım varken. Aniden soğuk bir rüzgar esti, saat 20:00'a yaklaşıyordu üşümeye başlamıştım ama içime nikotin çekecek başka bir mecra yoktu.
Oyunu izlemeye gelenlerin çoğunluğu belki de Macbeth'in o paranoyak haline hayran oldukları için kadınlardı. Yaşları 25 ile 55 arasında değişen yüzlerce kadın ve bazı gruplar ya çalıştıkları şirketin aldığı biletle sosyal aktivite adı altında gelenler ya da bunu alışkanlık haline yıllar önce getirmiş ama şuan için normalden çok entel bir eylem gibi gözükmesini isteyen orta yaşlılar ve belki de yıllardır sadık ve gerçek bir izleyici olan ihtiyarlar.
Gruplandırmak çok basitti kalabalığı ama kadınların parfüm kokuları birbirine karışmaktan öteye gitmiyordu açık hava da olsa o tarihi kapının önünde ki holümsü meydanı yabancı veya doldurma kokular sarmıştı. Hava çok soğuktu devamlı yazmaktan bıktım ama hava gerçekten çok soğuktu bir önceki yazıma ithafen söylüyorum bu sözleri (!)
Sonunda gong çaldı ve saatin 8 olmasına 5 dakika kala herkes ısınmak için aldığı çaylardan son yudumları, sigaralarından ise son nefesleri çekip bulunduğumuz o yeri sadece 2 dakika içerisinde bomboş ve pis bir halde bırakıp içeri girmişlerdi tabi ki o kadar soğuğu yedikten sonra içeri girip o tarihi ve konforlu deri koltuklar da ısınmanın da Macbeth'i izlemenin zevki kadar ayrıcalıklı olduğu bilinciyle...
Oyun başlamıştı, sahnenin ön kısmına entegre olmuş gibi duran orkestra, önden bir giriş yaptı çaldığı enfes parçayla daha sonra sahne girdi. O ilk sahneden itibaren 1 saat 15 dakikalık araya kadar olan sürenin nasıl geçtiğini anlamadım. Bunu sağlayan bir oyundu Macbeth ve bir daha Ankara Operasında izleyemeyecek olanları ve bu konu da kendimi özel hissetmeme sebebiyet verecek bir Guiseppe Verdi şaheseri olarak aklımda kalacak tabi ki Shakespear'e de selam ederim buradan!...
Günün iğrenç esprisi: "Macbeth beni Mahvet"
Kaçırmamak suretiyle akşam 20:00 olmadan dikildim kapıya... Tek başımaydım sevgili ablam ve arkadaşım beni ektiklerinden ötürü bu hazin öykünün başında ben duruyordum. Salon ve salona girmeden önceki lobi tıklım tıklım doluydu bir tane bile boş koltuk kalmamış, insanlar deli gibi bilet almıştı.
Erkekler siyah takım ve kravatları ile bayanlar ise son derece gösterişli döpiyesleri ile XVIII. yüzyılın Fransız'larını andırıyordu. Ortam bana ne kadar samimi geliyorsa bir o kadarda uzak durmamı iletiyordu sanki üzerimde kapişonlu askeri yeşil kabanım, salaş kotum, eskimiş botlarım ve kirli sakalım varken. Aniden soğuk bir rüzgar esti, saat 20:00'a yaklaşıyordu üşümeye başlamıştım ama içime nikotin çekecek başka bir mecra yoktu.
Oyunu izlemeye gelenlerin çoğunluğu belki de Macbeth'in o paranoyak haline hayran oldukları için kadınlardı. Yaşları 25 ile 55 arasında değişen yüzlerce kadın ve bazı gruplar ya çalıştıkları şirketin aldığı biletle sosyal aktivite adı altında gelenler ya da bunu alışkanlık haline yıllar önce getirmiş ama şuan için normalden çok entel bir eylem gibi gözükmesini isteyen orta yaşlılar ve belki de yıllardır sadık ve gerçek bir izleyici olan ihtiyarlar.
Gruplandırmak çok basitti kalabalığı ama kadınların parfüm kokuları birbirine karışmaktan öteye gitmiyordu açık hava da olsa o tarihi kapının önünde ki holümsü meydanı yabancı veya doldurma kokular sarmıştı. Hava çok soğuktu devamlı yazmaktan bıktım ama hava gerçekten çok soğuktu bir önceki yazıma ithafen söylüyorum bu sözleri (!)
Sonunda gong çaldı ve saatin 8 olmasına 5 dakika kala herkes ısınmak için aldığı çaylardan son yudumları, sigaralarından ise son nefesleri çekip bulunduğumuz o yeri sadece 2 dakika içerisinde bomboş ve pis bir halde bırakıp içeri girmişlerdi tabi ki o kadar soğuğu yedikten sonra içeri girip o tarihi ve konforlu deri koltuklar da ısınmanın da Macbeth'i izlemenin zevki kadar ayrıcalıklı olduğu bilinciyle...
Oyun başlamıştı, sahnenin ön kısmına entegre olmuş gibi duran orkestra, önden bir giriş yaptı çaldığı enfes parçayla daha sonra sahne girdi. O ilk sahneden itibaren 1 saat 15 dakikalık araya kadar olan sürenin nasıl geçtiğini anlamadım. Bunu sağlayan bir oyundu Macbeth ve bir daha Ankara Operasında izleyemeyecek olanları ve bu konu da kendimi özel hissetmeme sebebiyet verecek bir Guiseppe Verdi şaheseri olarak aklımda kalacak tabi ki Shakespear'e de selam ederim buradan!...
Günün iğrenç esprisi: "Macbeth beni Mahvet"
Ne zamandır yoktum? Grip oldum!
Hırıl hırıl hırıldayan bir burun, çatallı bir sesle başladım bundan 2 gün önce yeni güne, artık çok geçti durumu fark ettiğimde; grip olmuştum!
2 Senedir tık demeyen burnum bugün o 2 senenin acısını çıkarırcasına sümkürtüyordu beni, oluk oluk akıyordu virüsler burnumdan selpaklara. Daha ne olduğunu anlayamadan yapayalnız bir şekilde buldum kendimi çarşafı buruş buruş olmuş, kısmen sıcak yatağımda. Hazır çorbalar, kimyasal ilaçlar fayda etmedi. Kendi kendime de yetemedim zaten. Akşam sırtım ve dopdolu göğsüme sürülen vicks etkisini aldığım bir tatlı kaşığı zencefil üstüne bir bardak süt ile gösterdi. Ve grip ilacı olan Katarin'i unutmayalım arkadaşlar. Hastalığımın tamamen geçmesine son noktayı tarhana çorbası ve kuru soğan koydu her ne kadar nefret edenler de olsa hayatımızda (!) 10 numara antibiyotiktir soğan...
Seni seviyorum soğan ve yaşasın gripsiz, sümüksüz hayat!
Ulan 2 gündür ne tat alıyordum ne koku, insan kendi osuruğunun kokusunu bile özleyebiliyormuş. :)
2 Senedir tık demeyen burnum bugün o 2 senenin acısını çıkarırcasına sümkürtüyordu beni, oluk oluk akıyordu virüsler burnumdan selpaklara. Daha ne olduğunu anlayamadan yapayalnız bir şekilde buldum kendimi çarşafı buruş buruş olmuş, kısmen sıcak yatağımda. Hazır çorbalar, kimyasal ilaçlar fayda etmedi. Kendi kendime de yetemedim zaten. Akşam sırtım ve dopdolu göğsüme sürülen vicks etkisini aldığım bir tatlı kaşığı zencefil üstüne bir bardak süt ile gösterdi. Ve grip ilacı olan Katarin'i unutmayalım arkadaşlar. Hastalığımın tamamen geçmesine son noktayı tarhana çorbası ve kuru soğan koydu her ne kadar nefret edenler de olsa hayatımızda (!) 10 numara antibiyotiktir soğan...
Seni seviyorum soğan ve yaşasın gripsiz, sümüksüz hayat!
Ulan 2 gündür ne tat alıyordum ne koku, insan kendi osuruğunun kokusunu bile özleyebiliyormuş. :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)