Daha önce bu konuya değinmediğime inanmıyorum. Dünyadaki tüm canlıların ister istemez aklına gelen ve durup düşündüğü birşeydir ölüm. Fani olmak doğmak, büyümek ve ölmeyi içerir. Bu dünyada herkesin ölmesi gereklidir, ölmek için yaşar insanlar aslında. Kimisi erken ölür kimisi çok geç. Bunu çok düşünmemek lazım, aksine ya kader ya da Allah'ın dediği olur, süresi bu kadarmış gibi ritüellerle son buldurmak lazım.
Erken ölen insan kesimini ele aldığımız zaman genelde 4 farklı ölüm çeşidi istatistiklerden ortaya çıkıyor.
Kaza, Savaş, Hastalık ve İntihar.
3'ünü bir kenara bırakıp intiharı ele alalım. Nedir intihar neden yapılır?!
Genç yaşta neden cana kıyılır? ve nasıl bu kadar cesaretli olunur?
Sanırım bunların cevabı; onarılamaz bir psikolojinin eylemleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
Kimse istemediği ve mutlu olmadığı bir yaşamı sürmek istemez. Fakat tek yöntem bu mudur? Bazı kişiler için bu yöntem tek çaredir. Nitekim dünyada çok ünlü isimlerin de arasında bulunduğu depresyon meselesi gayet yaygın ve yeryer geçerli bir sebeptir intihar için.
Depresif bir yaşam, tüm olumsuzluklara karşı yılmış bir tavır, içine kapanıklık başlıca sebepleri olabilir. Ama bu kadar basit şeyler mi kolay kolay elde edilmeyen bir varoluşu yok etmeye yeter? Yetebiliyor!
Ne kadar mantıklı düşünmeye çalışsa da yapamayan, başarısız, güvensiz, yalnız biri bu gibi eylemlere her daim meyillidir ve heran birgün bunu uygulamaya geçirebilir. Dış etmenlerin kesintiye ugraması bile artık bu psikolojiyi hafifletmeye yetmez, bünyede bağışıklık yaratmış olan mutsuzluk duygusu ağır basar ve nefes almakta zorlandığını hisseden kişi eylemi planlamaya başlar. Plan aşamasında ki eylem intihardır ve tam anlamıyla asla kusursuz olarak planlanamaz. Genelde aniden bir anda ortaya çıkan depresif duyguların eseri veya kurbanı olunur. Planlanarak yapılmış bir intihar tamamen soyut ve somut çaresizlikle beslenir.
Bu kadar kolay gibi gözüken ama aslında çok zor olan bu eylem, kişinin kendi kararı ve rızası ile gerçekleştirdiği zaman kimini üzerken kimini sevindirebilir, özellikle kişinin kendisini. İnsanoğlu her zaman bencil yaratılmıştır, kendi çıkarları doğrultusunda yürüdüğü bu yolda kiminin ölümü onun ruhuna can katar.
Ruh beden den ayrıldığın da herkes o günü bekliyor olacaktır.
Çeşitli intihar yöntemleri bu linkte görülebilir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntihar_y%C3%B6ntemleri
RADIO
29 Temmuz 2010 Perşembe
26 Temmuz 2010 Pazartesi
Referandum ve 12 Eylül
12 Eylül 2010'da yapılacak olan Anayasa referandumu için RTE dahil tüm liderler peşinsıra mitingler ve ikna turlarına başladılar bile. En çok ilgimi çeken RTE ve partisinin ikna turları idi. Son dönem de hem kendi partisinin olağan genel kurul toplantıların da hem de mecliste yer yer 12 Eylül 1980'e ithafen garip garip saçmasapan söylemlerde bulunmakta, hatta kendi içinde çelişkilerle dolmaktadır. Nitekim bunun yanlış olduğunu anlama kapasitesi düşük halkımız maalesef gene bildiğini okuyacaktır. Acaba bu referandum bize ne getirecek, ülkeye ne sağlayacak, neler götürecek adına birşey bilen varsa helal, bunları bilipte buna rağmen "Evet" diyecek varsa onlara da yuh diyeceğim.
Aslında o değilde benim merak ettiğim; toplantılar da, basın açıklamaların da, orda burda 12 Eylül darbesinden 27 Mayıs'tan bahsedip zırıl zırıl ağlayan, elini öpmediği şeyh şıh kalmayan, geçmişi karanlıklarla dolu hapisaneler de şair olmuş, yeryer tutucu yeryer emlakçı bir başbakan nasıl oluyor da bir anda "anarşik" olabiliyor ve aynı zamanda tüm büyük şehirlerin billboardlarını süsleyen AKP referandum reklam kampanyasında "Darbelerin Karanlığından, Demokrasinin Aydınlığına Evet" gibi abuk ve gayet faşist bir söylemde bulunabiliyor?
Sanırım artık ben ve benim gibi düşünenleri şaşırtması iin bir mucize dileyeceğiz halkımızdan.
Neyse ki özgür irade halen satılık... :)
Aslında o değilde benim merak ettiğim; toplantılar da, basın açıklamaların da, orda burda 12 Eylül darbesinden 27 Mayıs'tan bahsedip zırıl zırıl ağlayan, elini öpmediği şeyh şıh kalmayan, geçmişi karanlıklarla dolu hapisaneler de şair olmuş, yeryer tutucu yeryer emlakçı bir başbakan nasıl oluyor da bir anda "anarşik" olabiliyor ve aynı zamanda tüm büyük şehirlerin billboardlarını süsleyen AKP referandum reklam kampanyasında "Darbelerin Karanlığından, Demokrasinin Aydınlığına Evet" gibi abuk ve gayet faşist bir söylemde bulunabiliyor?
Sanırım artık ben ve benim gibi düşünenleri şaşırtması iin bir mucize dileyeceğiz halkımızdan.
Neyse ki özgür irade halen satılık... :)
21 Temmuz 2010 Çarşamba
Aygaz Euro Lpg+

Aygaz Euro Lpg+ Reklamı ne garip dimi! Reklamda özel şoförlü Alfa Romeo 159'u olan şirket sahibi aracın içinde oradan oraya savrularak yol alıyor şoförse (ki adam tam bi Şaban) olayı Lpg almamız gerek diyerekten abuk bir hale sokuyor. Ulan altında ki arabadan, bulunduğun konumdan utan pinti herif.
Hayır şöyle aslanlar gibi kurşunsuz benzin reklamı olsa başımla beraber. Uyuz oldum uyuz hem de nasıl!
:)
18 Temmuz 2010 Pazar
Hayatın Tatlı Yanlarıda Var!
Bu sabah sesi Pelin Batu'ya çok benzeyen ve benim çok değer verdiğim bir arkadaşım tarafından uyandırıldım aslında gece nöbetimden sonra yaklaşık 7.30 suların da evde idim ama sağolsun kendisi beni yalnızca 2,5 saat sonra cep telefonumu aramak sureti ile uyandırdı! Telefon da bolca gülüştük espriler havada uçuştu sanırım her ikimizin de sevinç hormonlarının tavana vurduğu gün saati sabah. :P
Annemse bu kıkırdamalara acaba sayıklıyor muyum düşüncesi ile yaklaşarak odamın kapısını açtı ve "kendi kendine mi konuşuyorsun oğlum" dedi. Çok komikti... :) Pelin Batu sesli kız sana söylüyorum hep senin başının altından çıkıyor bunlar! :) gene de kıyamadığım nadir insanlardan o da! Bugün tartıya çıkıp moralimi bir kez daha bozum, tanrı aşkına bir insan son 2 haftada nasıl 6 kilo alabilirdi ki!? Buna inanamaz bir halde gastrolojik hayatımda köklü değişiklikler yapmaya karar verdim! Mesela az da olsa artık ekmek yok! Artık öğün atlamak yok! Her öğün değerlendirilecek fakat gereksiz öğünler meyve ve sebze veya yoğurt ile geçiştirilecek! Bugün bu talihsiz ve şişkin suratım, 3 aylık gibi görünen şekilsiz göbeğim moralimi bozunca depoda ki eski bisikletimi çıkardım!
Hemen yukarı mahallede ki bisikletçiye götürdüm, o yokuş bile yordu oysa, hamladığımın resmiydi. Ön teker ve şambriyel, zincir değişti birde ön arka akort ayarı yapıldı, frenlerde kontrol edildikten sonra bayıldıgım 25 tl karşılıgında eski bisikletimi ilk gun ki halinde buldum. Hemen eski heves ve yeni hırsı birleştirerek bir yenimahalle yaptım geldim. Yaklaşık 5-6 km'lik bir inişli çıkışlı parkuru geride bırakarak sırılsıklam halde evdeydim! Bisikleti evimin önüne park halinde bırakıp yan da ki marketten gözüme çarpan iri iri Angelica Erik'lere yöneldim. (İsmi buymuş Angelica Erik (Freze İtalyan) aman tanrım nasıl canım istedi, hemen 1 kg aldım görüntü itibariyle bildigimiz mor mürdüm eriğinin aynısı fakat çok daha iri yaklaşık elma kadar. 4 tl olan fiyatı ile de el yakıyor namussuz. :) Fakat böyle bir tat ve onlar yerken alınan böyle bir haz olamaz.
İşte bu değişken ve sıradanlığa rağmen insan bazen hepsini topladığın da "hayatın aslında tatlı yanlarıda var" demiyor mu?!
Kilo verme olayım da ve bu akşam ki gece nöbetimde bana şans dileyin zira bacaklarımı hissetmiyorum, kastan ibaretim.
:)
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Bu Böyle
Hatırla!
Geçmişte yaşanmış acıların ne kadar derine inebildiğini, ve aslında ne kadar güçsüz olduğumuzu.
Dönüp bakmamız gerek çoğu zaman geriye, ve geriye dönüp baktığımız da ilerde hata yapmayacağını düşünür insan. Bu bir kısır döngüdür. Böyle ilerler, böyle devam eder, gider. İnsani duyguların bir anda ve sessizce çürüdüğü yaşam, maalesef artık geçmişe bakıldığında bile gelecek için umut vaat etmiyor. Soluduğumuz hava bile aynı değil, herşeyin kalitesi düşük ve basit. Gereksiz yere artan popülasyon ve hiç yersiz gelişen teknoloji. Hepsinin birer gereklilik olduğu su götürmez bir gerçek ama ihtiyaç asla olamazlar.
Bu bağlam da "hayata karşı dimdik durmak" ya da ne biliyim "azimle ilerledi ve başardı" kalıpları dünyanın en saçma sözleri gibi geliyor bana. Zaten hayatın en parlak kısımlarını insanlar çalışarak ve yok ederek geçiriyorlar, en karanlık taraflarına gelince ya kendini ibadete, inanç sağlamlığına ya da abuk sabuk hobilere veriyor. Bu kadar gereksiz bir yaşam tarzı gün geçtikçe çoğaltılarak güdülmeye devam ediyor, insanlar köleleştirilerek büyük paralar kazanılacak dünyalara doğru boyut değiştiriyor. Bu devasa mutsuzluk yerinde bir umutsuzlukla daha keyifli olabilir.
2 Temmuz 2010 Cuma
Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 4
Geçen gece nerede uyuduğun umrumda değil, seni seviyorum!
İşte böylesine bağlıydı çocuk kıza, halbu ki atladığı uçurumun sonunda su dışında başka şeylerde vardı. İnanmadı! Söylenen hiçbirşeye kulak asmadı, sırılsıklam aşıktı çünkü. Varlıklı tiplere kafa tutarcasına el üstünde tutmuştu oysa ki kızı. Peki kızın sorunu neydi? Neden böyle umursamıyor görünüyordu bilinmez fakat elde edeceğini etmişti birkere birden fazla kez kullansa bile ne çıkardı ki! Herşey bir anlık menfaatine uygun konumlanmıştı, şans resmen yüzüne gülmüştü hiç hak etmediği halde. Onun için varolmuş gibiydi dünya sanki! Umursamadı kız, sanki evine biryerlerden girmiş gibi kovaladı onu. Kovaladı çünkü evine bilmediği yerlerden başka birşey girmişti, belki yıllardır orada yaşıyordu. Gizli ve saklı!
Fark edemedi oğlan, onun için en iyisini istedi, en iyisini giydi en iyisini satın aldı hayatın. Bir anlık gülümseme bir öpücük sımsıcacık yanaktan. Bunlar yeterdi ona yetti de çoğu zaman, belki de bu yüzden kör oldu. Sustu!
Hayatını gözden geçirmeye vakti bile olmuyordu çalışmaktan, nefes almaktan. Genel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra soluğu onun yanında alıyordu, onunla değil dışarı cıkmak evde oturup su içmek yetiyordu ona çünkü. Malum, herşeyde biraz ondan vardı. Herşeyin içine girmişti ya namussuz. Çıkartılamadı bir türlü. Kim ne dediyse uyaramadı çocuğu...
Günün birinde kızın evine bilmediği yerden giren o şeyle karşılaştı, durdu, baktı ama anlaması uzun sürmedi. Fark etti bugüne kadar yaptığı gereksiz ilginin ne doğurduğunu. Sahi ya! Ne doğurmuştu... Sadece kendinden birkaç yaş büyük fakat kendinden bin kat vasıfsız bir adam. Adam ya!
Lego oyuncakları gibi yıkıldı yerlere, tuzla buz. Çok kaygısız bir kişiliği olsa da buna dayanamadı, anında yıkıldı tüm kolonları kalbinin. Yine sustu. Gördüğü son şey önünde ki sayısız bira şişesiydi. Bu kadar kendini yıpratacak ne vardı? Aşk vardı belki de? Olmayan Sevgili vardı aslında hiç olmamış sadece bakmış... Ne vardı? Belki birkaç sahte öpücük, birkaç sahte gülücük, birkaç tatminsiz bakış.
Bu muydu hayata bağlayan, bu muydu kalbini doyuran?
Bu ve ya değil cevabını bilmediği açık! Fakat görünen oku çocuk o günden itibaren rotasını başka yöne çevirdi. Aradığı birşey yoktu elbet ama ya aradığı çıkarsa? O zaman nasıl güvenebilir nasıl yaslanabilirdi? Hayatında ki kimse bunu anlamadı cefakarımın. Sonrasını bilmiyorum ama anlayabiliyorum!
Sustu! Ve anladı...
İşte böylesine bağlıydı çocuk kıza, halbu ki atladığı uçurumun sonunda su dışında başka şeylerde vardı. İnanmadı! Söylenen hiçbirşeye kulak asmadı, sırılsıklam aşıktı çünkü. Varlıklı tiplere kafa tutarcasına el üstünde tutmuştu oysa ki kızı. Peki kızın sorunu neydi? Neden böyle umursamıyor görünüyordu bilinmez fakat elde edeceğini etmişti birkere birden fazla kez kullansa bile ne çıkardı ki! Herşey bir anlık menfaatine uygun konumlanmıştı, şans resmen yüzüne gülmüştü hiç hak etmediği halde. Onun için varolmuş gibiydi dünya sanki! Umursamadı kız, sanki evine biryerlerden girmiş gibi kovaladı onu. Kovaladı çünkü evine bilmediği yerlerden başka birşey girmişti, belki yıllardır orada yaşıyordu. Gizli ve saklı!
Fark edemedi oğlan, onun için en iyisini istedi, en iyisini giydi en iyisini satın aldı hayatın. Bir anlık gülümseme bir öpücük sımsıcacık yanaktan. Bunlar yeterdi ona yetti de çoğu zaman, belki de bu yüzden kör oldu. Sustu!
Hayatını gözden geçirmeye vakti bile olmuyordu çalışmaktan, nefes almaktan. Genel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra soluğu onun yanında alıyordu, onunla değil dışarı cıkmak evde oturup su içmek yetiyordu ona çünkü. Malum, herşeyde biraz ondan vardı. Herşeyin içine girmişti ya namussuz. Çıkartılamadı bir türlü. Kim ne dediyse uyaramadı çocuğu...
Günün birinde kızın evine bilmediği yerden giren o şeyle karşılaştı, durdu, baktı ama anlaması uzun sürmedi. Fark etti bugüne kadar yaptığı gereksiz ilginin ne doğurduğunu. Sahi ya! Ne doğurmuştu... Sadece kendinden birkaç yaş büyük fakat kendinden bin kat vasıfsız bir adam. Adam ya!
Lego oyuncakları gibi yıkıldı yerlere, tuzla buz. Çok kaygısız bir kişiliği olsa da buna dayanamadı, anında yıkıldı tüm kolonları kalbinin. Yine sustu. Gördüğü son şey önünde ki sayısız bira şişesiydi. Bu kadar kendini yıpratacak ne vardı? Aşk vardı belki de? Olmayan Sevgili vardı aslında hiç olmamış sadece bakmış... Ne vardı? Belki birkaç sahte öpücük, birkaç sahte gülücük, birkaç tatminsiz bakış.
Bu muydu hayata bağlayan, bu muydu kalbini doyuran?
Bu ve ya değil cevabını bilmediği açık! Fakat görünen oku çocuk o günden itibaren rotasını başka yöne çevirdi. Aradığı birşey yoktu elbet ama ya aradığı çıkarsa? O zaman nasıl güvenebilir nasıl yaslanabilirdi? Hayatında ki kimse bunu anlamadı cefakarımın. Sonrasını bilmiyorum ama anlayabiliyorum!
Sustu! Ve anladı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)