RADIO

30 Haziran 2010 Çarşamba

Güneydoğu'dan Kuma Alınsa Terör Biter

Rize belediye başkanı Halil Bakırcı'nın terörle mücadele de ankara'ya sunduğu çözüm önerisidir. kendisi batıda ki erkeklerin kuma alacağı zaman güneydoğu'dan kuma getirmelerini isteyip bu şekilde akrabalıkların gelişip doğu ile batı arasında yakınlık olacağından bahsetmiştir.

Not:Kendisine buradan çalışmaya hayatında başarılar diler ve Allah seni davul etmesin dememek için kendimi zor tutuyorum.

http://www.kazete.com.tr/haber_detay.php?hid=7425

25 Haziran 2010 Cuma

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 3




Herşeyi unutturan gözleri, masum ifadeleri ve doğal konuşması soldu birgün. Sustu tamamen. Bir iz, bir mektup, bir veda bile dilemeden yok oldu!

Çok kederli ama kederinden iz kalmayacak biriydi sardığında yaralarını. Geçici olsa da bunu hissedip o anın verdiği hazla coşardı. Belki istediği çok birşey değildi ama olmadı. O hayatım da gördüğüm en güzel kokan insanlardan biriydi, konuşurken harfleri yutmamaya çalışması bunun için verdiği savaş ama en sonunda pes edip teslim oluşuydu onu bu denli eşsiz kılan belki. Ya da belki içindekileri bir anda somutlaştırabilecek yakınlığa sahip olması idi.

Çok güçlüydü, yaşadığı binbir zorluğa sadece şu yaşında katlanmış olması bile takdire şayendi. Oturup 30 gün onu izledim, yanına uzanıp ona baktım. Yapabildiğim en iyi şeyi yapıp onu okudum. Birsürü soru vardı gözlerinde, birsürü cevaba aç soru. Hiçbirini cevaplayamadım. Bu sefer anlık haza coşmayacak derece de küçüklükte ki sorularını cevaplayabildim. 5'er dakikalık sevinçlere boğdum ama yetmedi. Yetmezdi de. Unutulabilecek bir yüzüm olmadığını hatırlattı bana yıllar sonra, küsmemem gerektiğini kendime. Fakat içimde ki fırtınanın hiçbir zaman durmayacağını, dinmeyeceğini, sona eremeyeceğini hesaba katmadı. Çok zordu, çok zorluyordu ama başaramaması onun iyiliği açısından en iyi oldu. Her şekilde katı hale getirdim düşüncelerimi karşısında, fakat içinde ki rengarenk inancıyla suladı kupkuru tepkilerimi. Her defasında inceldim yanında, her defasında yüceldim. Bunun benim için ne demek olduğunu ne kadar büyük olduğumu, aslında yıllarca unuttuğum yetilerimi bana tekrar kazandırmaya çalışırken bir kıvılcım da olsa içimde çaktırdığını. Şu küflenmiş ruhumun ne kadar da ölü olmadığını inandırmak üzereydi ki. Kendime dönmeme sebep oldu birşeyler.

Bu anlamda hayatımı, 90 derecelik açıdan 85'e düşürebilmeyi başarmış tek insan diyebilirim kendisine. Oysa her daim gülmek için yaratılmış yüzünün, solduğunu görmek, içime 1000 tane iğnenin aynı anda saplanması demekti. Onu üzen olayları dinlerken gizlice yumruklarımı sıktığımı görmemesi gibi.
Hala önemsiyorum hala çok seviyorum kendisini, fakat artık beni tam anlamıyla anlamış olduğuna daha çok seviniyorum açıkçası.

Yolunun daima açık olacağına inandığım gibi taptaze günlerin onu beklediğine de eminim.

Kendine çok iyi bak! Eminim bunu göreceksin birgün.

Elveda

23 Haziran 2010 Çarşamba

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 2




Sanki mavi rengi sevmeyen bir insanın düşüncesini tam tersine çevirebilecek güçlere sahip biriydi o!

O öyle güzel bakıyordu ki hayatımda mevcut tüm sorunlar bir bakışıyla ezilip, unufak oluyorlardı. Bir an için bile olsa yanımdan geçtiğin de susup ona bakakalmak geliyordu içimden. Hep geç kalmak istiyordum uğraşacağım şeylere. Bunu yaparken ekstra bir enerji de kullanmıyordu üstelik, içinde ki inanılmaz gerçeği fark etmemiş miydi? Yoksa fark edip insanlarla bu şekilde oynuyor muydu bilinmez ama bu çok hoşuma gidiyordu. Sonra bana yöneldi, aklı ve vicdanı beni sevdi.
O gün onunla ilk karşılaştığım da çimenlerden yanıma yavaş yavaş adım attı her zaman ki gibi yüzü gene gülüyor, muhteşem yüzü gözlerimi alıyor, gözlerine bakmama izin vermeyen güneşi yansıtarak tüm bunları ağır çekim halinde izlememe neden oluyordu. Benimle sanki sihirli cümleler kuracakmış gibi konuşacakken tam, uzaklaşıyordum yanından. Uzaklaşmak istiyordum, bu kadar mükemmellik yeterdi, bu anca Alice'in harikalar diyarında olabilirdi sadece. Bu büyü, bu parıltı ve sadelik bozulmamalıydı. Kimsenin farkına varmadan geçen 60 saniyelik bu aksiyon, oracıkta bir Çita'nın yavru bir Thomson Ceylanı'nı avlaması kadar çabuk son buldu.

Çok ayrı kaldık daha sonra. Tekrar yaşamak istediğim bu sahneyi defalarca aklımdan geçirdim. Benim için ulaşılması gereken bir hedef haline geldi resmen. Günlerce onu düşündüğümü hatırlar gibiyim. Çok uzak kaldığımızı ve şuan aslında tam olarak nerede olduğunu düşünüp durduğumu dün gibi hatırlarım. O gösterişli yüzünü soldurmamasını dilediğim güzel kız, birgün hayatıma tekrar giriverdi. Yalnızca 1 - 2 hafta içinde dünyanın en büyük şelalesi kadar hızlı bir şekilde sohbet edip konuşmaya başladık. Yüzünde ki parıltı, gözlerinde ki okyanus mavisi ve her konuştuğun da başka bir dünyaya götüren kelimeleri ile tamamen kusursuz görünüyordu.

Amacıma ulaşmıştım onunla tekrar tekrar o sahneyi canlandırmış ve onun güzel sohbetine dışarıdan bir misafir değil de artık yatılı bir misafir olarak konumlandırılmıştım. Yaptığı işi bile çok sevdiğini söylemeden bunu gülerek ifade etmesi bile, benim onun ne denli keyif aldığını anlamama sebep oluyordu. Bu kadar güzellik bir insan da toplanamazdı.

Sonuna doğru çok korktum, vahşi uzaklığımız, ona karşı beslediğim aşırı ilgi, beni anlamaya çalışması, hak vermesi ve övgüleri bir yerde son bulacak, hem beni hem onu yaralayacaktı. Evet çok korktum, kaybedecek birşeyim oldu diye korktum.
Koşarcasına uzaklaştım ve sığındım bildiğim dünyaya.
Yıllar sonra bunu anlayışla karşılayıp bana tekrar sohbet imkanı sağlayan o eşsiz insanı hiçbir zaman unutmayacağım.

Hayatımda bana çok ey kattın, sen hep hayalimde ki mavi renge sahipsin. Sen hep en iyiye layıksın, sen her zaman gülesin. Bensizken de kendine iyi bakasın.

İçimde her zaman yerin olduğuna inandığın,
Dostun...

22 Haziran 2010 Salı

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar



Dengesizdim, ukalaydım, konuşkandım ama zeki değildim. Değilim de
Sen orda ben burada, ben burada sen orada da olsan bir şey fark etmez uzaklık ve hoyratlık da bir yere kadar, görüşmek imkansız değildi...

Ama hayat şartlarının beni bu derece demir yapmasının suçu bende değil, başka yerlerde. Korktum ben hep, sen hayatımdayken de olmadığında da korktum. Sen hayatıma girince ise renkli televizyonlara geçiş gibi oldu bu benim için. Anlamaya çalıştım hem seni hem kendimi aslında kendimi daha çok anlamaya çalıştım.
Anlamsızlığım tavan yapığın da ise bu noktalara geldik.
Sevgine, verdiğin değere her zaman saygı duydum ve İNANDIM...

Saftın, temizdin, küçüktün belki ama seviyordun burdada haklısın. Tüm suçu ve tüm gereksiz davranışlarımı kabul ediyorum. Ama böyle bitmemeliydi bitecekse bile...

Daha senin için yapmak istediğim o kadar çok şey varken bitmemeliydi. Yada bitmesin sevgilim desem ne değişecek ki? düşüncesinden kurtaramadım kendimi. Hayatında gereksiz bir süre için gereksiz bir yer kapladım, kira da ödemeden orada yaşadım. Şimdi eşyalarımı topladım ama ruhum orda olacak en azından bunu ben hissedeceğim. Hep seni düşüneceğim çünkü, o güzel yüzünü, gülen gözlerini ve bir türlü toplayamadığın saçlarını ve hatta devamlı sol perçemin düşdüğün de, elinle düzeltmeni hatırlayacağım. Beyazın sana ne kadar yakıştığını hatırladığım gibi.

Unutacaksın buda geçecek, ama belki de gerçekten bir darbe yemekten kurtulduk.
Sonuçlara gelince; bir şeyler var diye seziyorum çünkü bugün Konya mevzusundan dolayı konuşamadım oda beni aramadı o yüzden kesin bir şeyler var ve benden saklanıyor diye düşünüyorum, gün saymaya başlasam sanırım iyi olacak. Yinede iyi düşünüp, iyi davranmak gerek belki de hayata yada senin görüşünle öyle yapmalıyım bende... 




Yazsam mı yazmasam mı diye ikilemde kaldığım bu yazıda en sonunda bir şeyler yazdığımı anladım şimdi, ne kadar tatminkar olur ne kadar yara sarar bilemiyorum.
Sana şarkı yazacağım yine, ama önce biraz dalıp, biraz içmeliyim. Düşünecek o kadar çok şey var ki şu kısa zamanda sana dair.
Bu ne senden ilk kaçışım ne de ilk düşüşün yüreğime...

Vakit geç oldu, ama ben hala günlerce seninle yaptığım daha doğrusu senin bana yaptığın kural ihlallerini izliyorum. Senin yüzünden geç yatıp erken kalktığım ve öbür gün şiş gözlerle işe gittiğim zamanlar. Keşke yine şiş gözlerle işe gitsem en azından tabularımı yıktıran bu kız ile tekrar konuşmuş olurdum.

Seninle konuşma amacım, sadece seninle birlikte olduğumu hayal etmeyi içermiyordu. Seninle konuşmak bana zevk veriyor, yüzümü güldürüyordu, yüzüne baktığımda.
Sen uçabilen kuşlardansın, uçmaya hazırsın ama daha önce hiç uçmadın.
Bense uçmaktan yorulmuş yaşlı bir kargayım, belki de bu şekilde tasvir etmeliyim benim gözümde beni ve seni.

Siyah bana yakışıyor çünkü zaten içim kopkoyu. Bu duvarı aşabilseydik bu tabuyu kırabilseydik ya da dediğin gibi bir görüşebilseydik her şey çok farklı olacaktı. Bugün anladım.
Yoğun bakıma alınmış gibiyim halsiz ve bitkin.
Bunda payın var inan…

Her şeye rağmen, pişman değilim seninle geçirdiğim zamanın hiçbir saniyesi için.
Ve hala seviyorum seni, söküp atmayı beceremeyenlerdenim, becerenlerdenmişim gibi görünsem de.

Ben sadece insanım, düz insan hatta daha umutsuz daha fahişe. Senin gibi bir melek değil...

Yinede hep gül olur mu, gülmek sana çok yakışıyor...


Kendine iyi bak, hakediyorsun çünkü

Elveda küçük sevgilim...


Alp'in...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Potpuri

Hayat her şekilde ve heryerde çıkabilir insanın karşısına. Yaşamak, yaşamamak, hissedilen duygular, aldığımız nefes içtiğimiz su. Bu hayata karanlık bir delikten geldiğimiz su götürmez bir gerçek, peki neden her daim o deliğin karalıgını unutup ışıltılı bir yaşam istegine yenik düşeriz ki? Bende bilmiyorum ama çoğu insan bunu istiyor. Daha beyaz, daha altın, daha ışıltılı. Halbuki birşeyler üretmek, keyif aldığın alışkanlıklar, hobiler edinmek çok daha büyük bir artı değil midir hayatta!? İlla birşey mi kazanmak gerek? Hiçbirşey kazanma ye, iç, gez ve öl olmamalı mı biryerde de hayat! Örneğin bir çocuk 15 yaşından itibaren mi çalışmaya başlamalı bu adaletsiz dünya da? Ya da bu konuyu boşverelim yoksa günün anlam ve önemini saptıracak.

Bugün hayatlarımızın aslında istisnalar hariç çok çok küçük, paramparça ve değersiz olmadığını söylemek istiyorum. Bu şekilde düşününce insan çevresinde ki hatta belki burnunun dibinde ki bir güzellikten olabilmekte. Kendi hayatımdan da tecrübeyle sabitlenmiş bir durumdur. O yüzden arada bir sabitlenmiş tripodumuzun yerini değiştirmekte fayda var. Eğer engebesiz bir zeminse zaten hiç kıpırdatmak istemeyeceksinizdir.

Evet blog, buraya geldiğimde deli gibi yağmur yağıyordu. Tamam dün ablam evlendi, tüm şehir agladı o yüzden yagmur vardı ama bugun niye?! Üstelik sabaha şemsiyem de yok! İnşallah diner de eve kadar ıslanmam. Özenle yağtıgım seyrek saclarım yagmurda ıslandıktan sonra yapıs yapıs oluyor spreyden dolayı.
Saah 10-15 senedir görüşmediğimiz bir akrabamla facebook'tan birbirimizi ekledik ve deli gibi aralıksız 2 saat konustuk birde facebook chat'te düşün zaten kabız bir olay o.

Neyse bu kadar işte,
Bye

7 Haziran 2010 Pazartesi

The Fall

Kısaca tanımı: Müthiş bir film.
Uzunca tanımı: David Fincher'in kafadan kefil olduğu bir yapım. Cast'ta ki kimse tanıdık değil hatta başrolde ki oğlan 21. yüzyıl genç aktörlerinden lakin küçük kızımız 1997 doğumlu Romanya'lı Catinca Untaru bana resmen o yaştaki çocukların aslında sevilip bağıra basılacak cinsten olduklarını hatırlattı. Filmin konusu çok mistik çok masalsı o yüzden anlatmayacağım. Ama siz siz olun ölmeden önce bu filmi izleyin derim. Usual Suspects benzeri diyorlar ama bence konusu ile onunla alakası olmadığını anlayacaksınız. Gerçekle masal arası iki hikayenin birleşimi ve bir çocuğun gözünden yaşaıdığı tüm atraksiyonlar gerçekçi bir şekilde yansıtılmış.
Çok başarılı bir filmdi, gee nöbetimi rahatlıkla yarılattı hatta bitmesini bile istemedim hatta ve hatta senarist olup, filmin yarısında sonunu değiştiresim bile geldi Roy, Alexandrea'yı evlatlık edinsin alsın bağrına bassın falan. :) O yapmasa ben yaparım moduna bile girdim.

Filmi izleyin emin olun o kıza Türk usulü "oyy kıyamam guzuuum" diyeceksiniz 2006 yapımı ve o zaman 9 yaşında olan bu velet nasılda döktürmüş anlatamam.

Zaman geçsin diye izlenecek bir film değil, en baba diziyi kaçırtacak cinsten bir film.