RADIO

19 Şubat 2011 Cumartesi

Olmayan Sevgiliye Gerçek Mektuplar 7



"Gün, güzelleşiyor senin yüzünü aklıma getirdiğimde" dedi çocuk kendi kendine biran!

Renkler, hiç ama hiç bu kadar çekici gelmemişken şuana dek! artık o rengi istiyordu hayatında. Bir kere tutup tadını aldıktan sonra hani yere düşer ya şanssız bir şekilde çocuğun elinden horoz şekeri, aynı bu durumdaydı sanki! Yüzüne bakan herkes bu adamın gülmesi gerektiğini düşünüp bu yönde telkinler veriyorlardı. Arkadaşları ile konuşmaları normalden çok daha kısa sürüyor, her halinden belli oluyordu bir şeylere alışamadığı!
Ama ne derdini soran oluyordu ne de bunu sormaya cesaret edebilen birileri. Kendi içine, kendine saklıyordu tüm gizemli dertlerini. Bunu dinlediği şarkılarla, içtiği biralarla hafifletiyordu sadece, kim bilir belki de hafifletmek yerine iyice tuz basıyordu yarasına çivi çiviyi söker mantığı ile. Bir gün geliyor öteki gün geçiyordu, alışamadığı şey her neyse kafasını ve bence kalbini zorluyordu. Bu zorlukların yanında bir de hayatla uğraşıyordu yetmezmiş gibi. Bir şeyler devamlı beyninde hatıra unsuru oluşturuyor, bunlardan kurtulmak için karşısına çıkan tüm fırsatları elinin tersiyle ve sertçe itiyordu. Aklı bu hususta kalbi ile ortak çalışıyordu resmen. Normalde anlaşamayanlar şimdi neden birlik olup hatıraları onun imkansızlıklarına savaş açması için zorluyorlardı ki!?

Kız ne durumdaydı acaba? Ne yapıyordu? Nasıldı? Acaba Tunalı'da gezinirken şekerli kar kokusunu onunla tatmak istiyor muydu hala? Ve ya hala onunla elele sahilde yürümek istiyor muydu yalın ayak?
Bunun gibi binlerce soru işareti ve en önemlisi hasreti hiç bu kadar almamıştı onu ondan. İsterse hiç hatırlamasın, isterse unutmuş olsun onu yaralamazdı, onun istediği çok farklıydı!
Kızın yastığına sarılıp ona has kokusuyla uyumak istiyor, bunu hayal ediyordu son 6 gecedir. Ama her bunu düşündüğü gece biran kalkıyor ve bulamıyordu hiç birşey. Hayallerle uyumak, umutlarla uyanmak alışkanlık haline gelmişti ve her uyandığında bir şeyleri arıyor gibi delice dolaşıyordu küçük, ona has ve karanlık odasında...
Suçlu muydu? Haklı mıydı?

Anlayamıyor, susuyor, düşünüyordu sadece. Ne kadar içerse belki o kadar çok hızlı unutmaya çalışırdı. Bir bira açtı yine gece gece...
Balkonda soğuttuklarından.

Yalnız, ihtiyar balıkçıyı oynuyordu gene,
Oynamak zorunda olmadığını bile bile.

Aklı denizdeydi Akdeniz'de....

15 Şubat 2011 Salı

Karma



Herkesin bir mevsimi vardır, benim ki sonbahar! Gerçi ilkbaharı da seviyorum ama sonbaharı daha çok, ne yaz ne kış yani. Sanıyorum bir sonbahar sabahı doğduğum için etkisi var (hep öyle derler ya) ne bileyim çok fazla öyle güneş falan çıkmasa da olur yani benim için. Yeter ki aşırı soğuk olmasın katlanabileceğim cinsten olmalı ve arabamın silecekleri çalışsın. İşte bu!

Sanıyorum herkesin kişiliğine uygun bir burcu var, ben burçlara pek inanmam, neden derseniz burçlar M.Ö. 200'mü 600'mü o yıllarda Mısır'lılar tarafından bulunmuş birşeydir. Dünyanın hareketlerine göre belirlenmiştir. O zamanlar ise dünyanın yuvarlak olduğu ve hem kendi etrafında hemde güneşin etrafında döndüğü bilinmiyormuş. Neyse işte bu şartlar altında bulunan burçlar Galileo'nun keşfinden sonra bence geçerliliğini yitirmekte. Ama ne olursa olsun burcumun da özelliklerini birebir taşıdığımı düşünüyorum. O da işin enteresan kısmı.
Konu o değil aslında, bugün ki konu bazı insanların hayatta gerçekten çok şanssız olmaları. Ben mesela bu furyadan biri olarak hayatımda yaşadığım tüm olumsuzlukları zaman zaman buraya da yansıtıyorum. Dışarıda şuan yağmur yağıyor 15 Şubat 2011 Salı'sında. Sanıyorum perdeleri 1 aydır açılmayan karanlık odamdan çıkmayalı tam olarak 9 gün oldu. Biraz kilo aldım, biraz sakallarım uzadı, Garanti Bankası cep telefonuma kredi kartı borcunuzun asgari ödemesini lütfen yapınız diye mesaj attı. Ama sanki biraz daha iyi anlıyor gibi insan tek başına kaldığında hayatın aslında pekte bir numarası olmadığını. Çünkü herşey dönüp duruyor, aynı şeyler olup duruyor devamlı. Herşey aslında aynı! Herkes hayatının en değerli yıllarını çalışarak, koşturarak, yağmurun doldurduğu küçük gölcüklerden zıplayarak, kimi zaman içlerinden küfrederek, dolmuşlarda, otobüslerde trafiğin dayanılmaz bitmeyişini yaşayarak geçiriyorlar. Yazık değil mi? Yazık tabi. Ama demek ki hayat bu saydıklarımdan ibaret en azından genel nüfusun 4'de 3'ü için...
Diğerlerinin keyfi kısmen de olsa yerinde onları pek sokmuyorum bu takımın içine. Ama her zaman olduğu gibi güçlüler yaşasın diye ölmez mi zayıflar!?
Konu gitgide kendinden çıkmışken, florasan lambaların o beyaz renkteki yapay ışığından nefret ettiğimi söylemiş miydim? Söyleyeyim o zaman. Nefret ediyorum o beyazlıktan. İnanılmaz gereksiz geliyor bana. Bu yüzden ilerde kendi evimde ki tüm ışıkları sarı yapıcam. Hatta avize mavize bile olmayacak heryerde bi köşe lambası her yerde bi abajur! En güzeli en dingini bu.
Dinginlik deyince aklıma geldi, bu gece de diğer geceler gibi bitecek eminim. Artık so üçlememi de tamamladım başka bir kitaba geçmeliyim. Arada bir gece 1-2 saatinizi uyumadan önce yatağınızda kitaplara verin derim. Çok etkili bir yöntem.

Ben buara biraz acı çekiyorum açıkçası beyler, biraz içim yanıyor. Hani bir lokantaya gidersin çok acılı bir şeyler yersin sonra için bi acayip yanmaya başlar ya aynı onun gibi. İçim yanıyor! Söndüremediğim belki zamanla sönecek bir ateş var. Birisini çok özlüyorum ben, kavuşmak isteyip de kavuşamadığım birini çok ama çok özlüyorum. Maalesef unutmak için karşılıklı görüşmeme kararı aldığım ama nasıl bu kararın arkasında durup konuşmamaya çalışacağımı bilmediğim, 3 aydır kalbimi sevindiren, yüzümü güldüren biri. Hayatın sert ve olumsuz şartları yüzümüze vurunca anladık.
Tanrım, senden çok birşey istememiştim gerçi. Diyipte o kadar çok hayıflandım ki son 2 haftadır.
Özür diliyorum bu yüzden.
Hayıflanmak, isyan etmek hatta kendini paralamak hiçbir işe yaramıyormuş kaderin yanında ve evet kader diye birşey varmış.

Buraları okuyorsan eğer, satırların her biri seni düşünerek geçti. Resimlerin ve seninle kurduğum hayaller hala örtüşüyor. Hala içimde durduramadığım bir sevgin var.
Ve hala seni çok seviyorum. Hiçbir zaman benim olmasan da!
Kendine çok çok iyi bak!

SS

3 Şubat 2011 Perşembe

Öneriler

Hayatın her anında ihtiyacı vardır insanların önerilere. Son zamanlarda yaşanan tüm olaylar acısıyla tatlısıyla beraberin de önerileri getirmiyor mu?
Getiriyor elbet, biraz bahsetmek gerekirse;



- TRT'nin zırt pırt yeni bir kanal açması olayının ardından şans oyunları için ayrıca bir kanal açması ve adını TRT DÜŞEŞ koyma ihtimali.
- Nickelback'in bilindik sert havasını son albümü Dark Horse'da muhtemelen birilerinin önerileri doğrultusunda 1-2 şarkısını daha neşeli bir hale getirmesi.
Bknz: "This Afternoon"
- Eve geçici de olsa 3. bir kuşun gelmesi.
- Ankara - Antalya arasının her zaman makul düzgün hizmeti ile Pamukkale yerine makul fiyatları ve düzgün hizmet için çabalayan METRO ile gidilmesi.
- Bugün ta Sıhhiye meydanından atılan biber gazının tadını, Zafer Çarşısının önünde gözlerimin ve ağzımın içinde hissetmem. (Birileri bunu bana önermedi serbest çağrışımsal, doğaçlama bir öneriydi bu bana yaradandan :)
- Bolca bira içmek yerine azca viski içmek.
- Sigarayı bırakmak!
- Her zaman takıldığım arkadaşım yerine uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluşmak.
- İnce ve kibar bir cep telefonu yerine kaba ve komplekssiz bir cep telefonu kullanmak.
- Video çekmek yerine resimlerle slayt gösterisi yapıp resimleri hareketlendirmek.
- Analog yerine dijital saat kullanmak.

Birsürü şey geliyor insanın aklına kim bilir belki de bir beyin jimnastiğidir bu! Hadi hep beraber yapalım, önerisi olan var mı?

Sağlcakla kalın kuzucuklarım :)

Bakıyorum!

O'na bakıyorum güzel, geleceği de parlak üstelik, kendime bakıyorum çirkin, hem de en umutsuzundan....

Günlerden gene soğuk mu soğuk bir Ankara gecesi. Bir elimde biram diğer elimde artık ayakta duracak hali olmayan umutlarım. Tekrar düşünüyorum, nasıl olabilir? Ne şekilde ayakta kalabilir? Daha ne kadar açık ve seçik yaşayabilirim hayatımı onlar gibi diyorum. Susuyorum genelinde. Çünkü düşünmekten paslanmaya yüz tutmuş hayallerim beni birer birer terketmeye küflenmiş bedenleriyle gitmeye hazırlar. Oysa ki birçok güzelliği sevmek, onlara adanabilmek daha kolay gibi görünüyor ama hiçte gerçeği yansıtmıyorlar... Saat 3 ayaktayım, uyku tutmuyor yine. Ne yapmaya çalışırsam yapayım ayakta kalamıyor düşlerim. Zaten sadece ayakta kalmaya alışmış düşlerim ile hayır! aslında ayakta kalması gerek diyen beynim aynı nokta üzerinde duruyor. Evet, hava soğuk beynim ve kalbim bu yüzden anlaşamıyor hala derken birçok fırsatı da kaçırdığımı farkediyorum zaman geçtikçe.

Yıllar boyunca bu ikilem de kalmanın verdiği zararları taşırken bünyem, bir anda pes etme olgusuyla savaşır hal alıyor, sanki direniyorum!? Ama ne direnme sanki ben yokmuşum da ikinci bir ben devreye girmiş yedekten. Olmuyor ama, araladığım tüm kapılar birer birer kapanıyor yüzüme, bunu görüyorum gerçekliğin göz alıcı gereksiz ışığında. Gözümü alırken gerçekleşmeyecek hayaller, ben kendi gerçekliğime dönüyorum. Kolay olanla yetiniyor, kısa yolu tercih ederek karanlığın vazgeçilmez refahında buluyorum kendimi her defasında. Peki ya kim katlanır bunca olumsuzluğa, hangi bünye der eyvallah!
En sonunda büyük planım gözümün önüne geliyor, karanlığımın ta içindeki altın vuruş! Sadece ona odaklanıyor ve tek bir seçim şansı veriyor bana....
Şimdi ne yapmalıyım? Nasıl olmalı tüm bu sonradakiler? Neyi beklemeliyim gerçekten?
Sorulara bürünüyor uykusuz bedenim zamanın yeşilleriyle. Sanırım uykum var, bi uyuyup uyanalım diyerek avutuyorum aylardır kendimi.
Sonucu olmayan ve olmayacağına inandığım yarınlara. Kim bilir belki günün birin de herşey değişir kim bilir kalbim atar yine çok daha güçlü umutlarla. Razıyım ben sonunu bilmediğim heyecanlara. Ama sanırım yaşlanan kalbimin artık daha çabuk kandırılmasını istediğim belirsizliklere kucak açarak.

Kucağım boş, ellerim boş ve cebim her zaman açık yeni hayallere...

İyi geceler okuyanlar! Şimdilik...
Biraz daha dayanarak, direnerek hayatın ani olumsuzluklarına.